Adı bile kocaman yalan, huzur evi
Doğduğu gün annesini kaybeden bir dostum, göz damlalarını gizlemeye çalışarak şöyle demişti:
“Abi en çok neyi merak ediyorum biliyor musun? Annemin kokusunu... Ve en çok neyi hayal ediyorum biliyor musun? Rabbim nasip eder de bir gün ahirette kavuşursak, sımsıkı sarılıp sıcaklığını hissetmek, kokusunu içime çekmek istiyorum.”
Derler ki insanoğlu sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmezmiş. Onların gerçek değerini ancak kaybettiğinde anlarmış. Merhum Osman Öztürk hocamız hayattayken seksenine merdiven dayamış bir insan olarak gözyaşları içerisinde şöyle derdi:
“Hocalar anne-babanız hayattaysa, onların kıymetini bilin. Her fırsatta annenizin ayağının altını öpün.”
Bir öğretmen hanım anlatıyor. “Ben gurbette okurken, annem sık sık arardı. Çoğu zaman içimden (bir kere de yüzüne karşı) öf anne ! Yine mi sen ! Ne çok arıyorsun? Derdim. Şimdi anneyim evladı özlemek, merak etmek ne demek biliyorum. O içimden geçen düşünce bir yana, yüzüne karşı söylediğim söz içimi acıtıyor, kalbime batıyor. Seni aramadığım, anlamadığım her an için beni affet.”
Azılı düşmanları da dahil hiç kimseye beddua etmeyen Peygamber efendimiz, yaşlı anne babası sayesinde cenneti kazanamayanların “ burnu yerde sürünsün...” diyerek üç kez tekrarlaması, can alıcı bir örnektir.*
Adı bile kocaman bir yalan olan Huzur! Evinden bir anne, anneler gününde, kan ağlayan içini, satırlara nasıl döküyor hep birlikte bakalım.
Takvime baktım da 5 sene olmuş buraya geleli. Nasıl geçti o 5 sene bir de bana sor. Çok bakmıyorum takvimlere. İçim sıkılıyor, zaman geçmiyor. Eskiden su gibi akıp geçiyor zaman derdim. Şimdi öyle düşünmüyorum. Demek insan mutluyken çabuk geçermiş zaman. Hapishanedekileri şimdi daha iyi anlıyorum. Beni buraya bıraktığın gün anneler günüydü hatırlıyor musun? O günden beri anneler günü denen gün benim için daha da bir anlamsızlaştı. Her sene bugün anne olmak ayrı bir acı veriyor bana…Sen küçük bir çocuktun daha. Hiç bir yere bırakmazdım ben seni, öyle savunmasız, öyle masumdun ki, kimselere güvenip yollamazdım. Yanımdan hiç ayırmazdım. Şimdi beni nasıl oldu da tanımadığın insanlara teslim ettiğini düşünüyorum. Gözden çıkarılmış eski bir eşya gibi hissediyorum kendimi.
Yıpranmış, işe yaramaz. Kırgınlık mı? Belki, kırgınım biraz…Geçen gün eski komşumuzun kızı geldi. Yolda görmüş seni. “Neden bıraktın anneni” diye sormuş sana. “Kendisi istedi” demişsin. “Maaşı da var bakıyorlar, yeri sıcak, her işi görülüyor içim rahat” demişsin. Kendim istemiştim evet, bazen naz yapma kabilinden ” Yaşlanınca huzurevine gönderin beni, kimseye yük olmak istemem” derdim. Ama içten içe hiç konduramazdım bu durumu, ne kendime, ne sana. “Bırakmaz beni bir yere” derdim. Tıpkı küçükken benim seni bırakmadığım gibi, beni hiç bırakmazsın sanırdım.
Yaramaz bir çocuktun sen. Kaç kez ısırdım dudaklarımı sana bağırmamak için, kaç kez sıktım yumruğumu vurmayayım diye. Ama hiç vurmadım sana, hiç kırmadım kalbini… Arkadaşına “Anneler gününde görmeye gideceğim” demişsin… Ben anneler gününü hiç beklemiyorum biliyor musun? Anne olmak acı verir mi insana? O gün bana acı veriyor yavrum. Artık kendimi bir anne gibi hissedemediğim için belkide… Bir evlat bir torun sevemezsen, çevrende anne diyen olmazsa sana, ne anlamı var anne olmanın? Ölene imrenilir mi hiç? İmreniyorum işte. Kimin öldüğünü duysam “darısı başıma” diyorum. Hayaller umutlar, mutlu zamanlarmış insanı ayakta tutan. Onlar yoksa yaşamak zulüm olurmuş meğer… Kim icat etmiş bu huzursuz evleri? Rahat yüzü görmesin deyip her gün beddua ediyorum. Huzur eviymiş. Her gün ölüp ölüp diriliyorum bu huzursuz odada. Hiç tanımadığım, mizacımın uymadığı insanlarla yatıp kalkıyorum. Hiç bir şey bana ait değil. Söz hakkım yok, elbiselerim bile benim değil sanki. “Allah’ım! Al emanetini ne olur, bu yükü taşıyamıyorum…”Bu huzursuz evleri icat edenler mi çıkarmış anneler günü denen yalancı günü? İnsanlar yaşlı annelerini bu evlere kapatsın da sonra anneler günü olunca ziyaret etsinler diye öyle mi? Bak yine geldi o uğursuz gün. Arkadaşın geleceğini söylemişti. Gelsen de bir, gelmesen de artık. Ben anneler gününü hiç sevemedim biliyor musun? Dünyalara sığmayan anne yüreğim huzursuz bir odaya hapsedildi. Ne sevmenin, ne anneliğimin bir anlamı yok artık… Çok üşüyorum. Hem parmaklarımda da can kalmamış sanki, kolay kolay ısınmıyor eskisi gibi….”
___
* M6511 Müslim, Birr, 10
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.