Adalet
Ülkemizin güncel durumuna baktığımızda önümüzde iki farklı tablo çıkıyor: birincisinde Türk Devletler Teşkilatı eliyle uluslararası arenada kendi iddiasını ortaya atan ve savunan, silah ve savunma sanayisinde kendi ihtiyaçlarını karşılayabilen bir Türkiye görürken ikincisinde ise insanların huzursuz olduğu, adalete olan inancın günden güne azaldığı bir Türkiye görüyoruz.
Hukuk toplumsal düzeni tesis eden kurallar bütünüdür. Hukukun olmadığı yahut hukuka olan güvenin eksik olduğu yerlerde herkes kendi adaletini tesis etmeye kalkar ve bir kargaşa ortamı oluşur. Bunun olmaması toplumun hukuka olan inancının diri olmasına bağlıdır.
Türkiye’de ise insanların hukuka ve adalete olan güvenlerin günden güne daha çok zedeleniyor. Artık her haber bülteninin ayrılmaz bir parçası haline gelen defalarca suç işlemesine rağmen oldukça karmaşıklaşan infaz şartları dolayısıyla tutuklanmayan ve yine suç işleyip yine tutuklanmayan insanların varlığı toplumu rahatsız ettiği gibi insanlar kendi önlemlerini alma yoluna başvuruyor. Yıllarca süren mahkemeler sonunda sağlanan adalet ise “geç gelen adalet, adalet değildir.” sözünü hatırlatıyor. Bunun dışında kahvehanelerde dahi konuşulan ve ara ara basına da yansıyan mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olma sıfatını zedeleyen iddialar, yanan ateşin üstüne benzin döküyor.
Savunma sanayi alanındaki atılımlar, devletimizin uzun zamandır hiç olmadığı kadar uluslararası arenada güçlü olması ve dış baskılara karşı güçlü durması göğsümüzü kabartıyor. Çünkü biliyoruz ki Karabağ’ın, Kıbrıs’ın hatta Filistin’in felahı ve refahı bu ilkeli duruşa bağlıdır. Ancak insanların adalete olan inancını yitirmesi konusunda bir şeyler yapılmaması bu ilkeli duruşu zedeleyebilir. Bir toplumun bir ve beraber yaşaması huzura bağlıdır. Hukuka ve adalete güvenilmeyen bir yerde ise huzursuzlukların çıkması gayet doğaldır.