28 Şubat’a Dair…
Herkesin korktuğu, sindiği zamanlar oldu bizim ülkemizde. Demokrasi diye mangalda kül bırakmayanların demokrasiye verilen ayarlara sustuğu yıllar… 28 Şubat süreci de bunlardan bir tanesiydi. Öncesinde gelen pek çok faili meçhulü içinde barındıran bir korku ve vesayet imparatorluğu kurulmak istenmişti Türkiye’de... Bu süreçte demokrasiye verilen ayarın yanında Türk milletinin İslami hassasiyetlerine de ayar verilmeye çalışıldı. Başörtülü kızlarımızın üniversite kapılarında bekletildiği; aksakallı, al yazmalı Anadolu insanının irticacı denilerek horlandığı günler…
Hem o dönemi hatırlamayan kardeşlerimiz için hem de hafızalarımızı tazelemek adına kısa birkaç cümleyle o dönemi tekrardan hatırlatmak isterim…
1995 yılıydı, genel seçimler yapılmış Refah Partisi birinci parti olarak sandıktan çıkmıştı. Fakat kimse tek başına iktidarı sağlayacak bir çoğunluk elde edemedi. Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL hükümet kurma görevini Refah Partisi Genel Başkanı merhum Erbakan’a verdi. Fakat Erbakan diğer partilerin desteğini alamadı ve görevi iade etti. Daha sonra bir kısım çevrelerce zorlanıp kurulan Ana-Yol hükümetinin de ömrü üç buçuk ayı geçmemişti. Merhum Erbakan tekrar hükümet kurma girişimlerine başlamış ve kilit parti olan BBP’nin de kerhen desteğiyle Refah-Yol hükümeti kurulmuştu.
Refah-Yol hükümetinin kurulması bazı çevrelerde ve o dönem kartel medyası sıfatıyla adlandırılan bazı basın kuruluşlarında rahatsızlık meydana getirmişti. Milletin rahat edebileceğinden duyulan bu rahatsızlık o zamanki Genelkurmay’ın üst düzey yöneticileri arasında da vardı…
Böyle bir ortamda Sincan Belediyesince 30 Ocak 1997’de düzenlenen Kudüs gecesi laik/ilerici(!) basın tarafından “irtica hortluyor” şeklinde verilince asker harekete geçti. Kara Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay başkanı Orgeneral Doğu Aktolga’nın talimatıyla Etimesgut Zırhlı Birliklerden 20 kadar tank ve 15 kadar diğer askeri araçlardan oluşan konvoy Sincan sokaklarında “irticaya (!) karşı” gövde gösterisi yaptı.
İktidar zor günler yaşıyordu. Asker genelkurmaya önce basın mensuplarını, sonra yargı mensuplarını çağırarak bilgilendirme toplantıları düzenliyordu. 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulun toplantısı işte bu şartlar altında yapıldı. 9 saat sürdüğü söylenen toplantıda, asker üyeler Refah Partisinin “irticai” eylemlerini dile getirdiler ve Erbakan’ın özellikle Konya’da yapılan mitinglerdeki sözlerinden, atılan sloganlardan oluşmuş görüntüleri sundular. Toplantı sonunda 18 maddelik bir karar metni kabul edildi. Bu kararlarda laikliğin titizlikle korunması, her türlü dinci faaliyete ve personele karşı TSK’nın uygulamalarının diğer devlet kurumlarınca da örnek alınması, sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, dinci tarikat ve örgütlerin yurtlarının, kurs ve dershanelerinin MEB tarafından ciddi şekilde denetlenmesi gibi hükümler vardı. 21 Mayıs 1997 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, “yasadışı eylemlerin odağı olduğu ve bazı üyelerinin rejimi hedef alan girişimleri olduğu” gerekçesiyle Refah Partisinin kapatılması için Anayasa Mahkemesine dava açtı. Kapatma davası açılması üzerine Erbakan başbakanlıktan görevi Tansu Çiller’e aralarındaki protokolün öngördüğü tarihten bir sene önce devretmek üzere istifa etti.
28 Şubat’ta MGK kararları doğrultusunda başlayan uygulamalar, her zaman olduğu gibi, kıyımlara yol açtı, mağduriyetler yaşandı. TSK inisiyatifinde Başbakanlık bünyesinde bir Batı Çalışma Grubu oluşturulmuştu. İnsanlar haksız yere fişleniyor, sürgün ediliyor, açığa alınıyor, bir kurumu kazanmış olanların atamaları yapılmıyordu. Başörtülü çocuklarımız üniversitelerden atıldı. İmam Hatip ve diğer meslek liseleri mezunu memleket evlatları, orta öğretim başarı puanı normal lise çıkışlıların altına çekilmek suretiyle mağdur edildi. Fırsat eşitliği ilkesi irtica tehdidine (!) kurban edilmişti.
Tabi ki bu süreçler yaşanırken anılması gereken en önemli isim ise merhum Muhsin YAZICIOĞLU’dur. 28 Şubat’ın uygulamalarına karşı tavizsiz dik duruşu ve darbecilere karşı koyduğu sert tavır o zamana kadar Türk siyasetinde alışılagelmiş cinsten değildi… Üzerinde kurulmaya çalışılan büyük baskılara rağmen Merhum Necmettin ERBAKAN’ın hükümetine güvenoyunu açıklarken kurduğu “Kimseye Muhsin YAZICIOĞLU Müslümanların iktidarını engelletti dedirtmem” sözünü böyle bir dönemde söylemişti…
Ayrıca Başbakanlıkta Erbakan ve Çiller ile krizin aşılması için BBP milletvekillerinin de imzasının istendiği bir görüşmesinden sonra merhum Muhsin Yazıcıoğlu “Türkiye İran olmaz, Cezayir de olmaz, Suriye olmasına da biz müsaade etmeyiz.” demişti… Evet, bugün baktığımızda Türkiye; İran veya Cezayir olmadı fakat o günlerde Suriye’nin Baas rejimi eliyle böyle bir iç savaşa sürükleneceğini görmek ve Türkiye’yi Suriye yaptırmayacağız demek de ancak Muhsin YAZICIOĞLU gibi bir liderin yapacağı bir işti…
Darbeler bugüne kadar Türkiye’nin ilerlemesinin önünde çok büyük engel oldular… Büyük mağduriyetler yarattılar. Aslında 28 Şubat’ın mağduriyetleri de tam anlamıyla giderilebilmiş değil… Bugünkü iktidarda, 28 Şubat’ın bizzat mağduru olmuş kişiler varken hala 28 Şubat’ın karanlık dehlizlerinden, hapishanelerden çıkamamış insanlar var… Özellikle yeniden yargılanma hususunda bu insanların mağduriyetlerini giderebilmek adına yapılabilecek şeyler olduğunu düşünüyorum… 28 Şubat’ın mağduru parantezinde değerlendirdiğimiz hükümet mensuplarımız iktidarın şehvetiyle “açın halinden tok ne anlar” sözünü hatırlatırcasına bu mağduriyetlere bigane kalmasına şaşırıyorum…
Yazımı sonlandırırken başta 28 Şubat’ın kahramanı Muhsin YAZICIOĞLU’na, o günlerde doğruyu haykırmaktan çekinmeyen yakın zamanlarda kaybettiğimiz kıymetli Hasan Celal GÜZEL ağabeye Allah’tan rahmet diliyorum…
Darbelerin tarihe gömüldüğü bir Türkiye hayaliyle Fatihalarınızı esirgemeyin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.