Yeterince Çevreci Miyiz?
Dünya'mız sahip oldukları ve bizlere kattıkları ile takdir edilesi bir yapıda. Gerek bitkileriyle gerek canlılarıyla gerek tabiatıyla gerekse de yeryüzü şekilleriyle hayran bırakan unsurlara sahip. Farklı ülkelerden farklı kültürlerle çok geniş bir alana ev sahipliği yapmakta. Hiçbir ayrım gözetmeksizin her türden insana kucak açmıştır. Ne dini ne dili ne de kültürü ayırt etmiştir. Savaş olduğu kadar barışta olmuş, hastalığın yanında deva da bulunmuş.
Türkiye'miz de aynı özellikleri barındırmış, her türlü tarihi eserine, yeryüzü şekillerine, insanına, canlı alemine sahip çıkmıştır. Sahip çıkılmasa şimdi okullarda öğretilen tarihi eserleri, barajları, gölleri öğrenemez hatta duyamazdık.
Yeryüzü şekli olarak ilk sıralarda yer almaktayız. Dağından platosuna, ovasından akarsuyuna, madenlerinden yiyeceklerine pek çok alanda öncü olmuştur. Tabi ilerlemesinde teknolojinin payı da yadsınamaz. Teknoloji geliştikçe insanlık gelişmiş ve geçmişle kıyaslandığında ilerleme arası fark gözle görülür hale gelmiştir. Coğrafya derslerinden çevre kirliliği ile ilgili konuları yıllarca işlenildi. Ama uygulama açısına gelirse koskoca bir soru işareti. Teoriyi ezberleyen uygulamaya geçemeyen bir millet olduğumuz için bu konuda da uygulamadık. Oysa tabiat bizlere o kadar güzellikler sunmasına rağmen. İlkbaharda açan ağaçların sonbaharda dökülmesini hangi insanoğlu yapabilir ki? Bunlara şükredip emanete sahip çıkmak varken kirlettik, yok ettik yetmedi yaktık. Eskiye oranla yeşil alanın azaldığı onun yerine taş binaların yer bulduğu günümüzde hala kalanları da yok etmeyi kendimize amaç edinmişiz. Ağaçları yakıp yıkmakla yer altındaki yaşayan canlıları da beraberinde yok ediyoruz. Yetmiyor canlıları katlediyor ve bunu marifet gibi paylaşıyoruz. İnsanlık ne ara bu kadar canileşti de etrafa hiçbir zararı olmayan canlıları öldürmeye başladı. Ağaçları söküp yakan bir millet iyilik beklemekten vazgeçip kalan hayatının daha vahim bir hal alacağını bilmeli. Dünyada ağaç yoksa hayvan yoksa yaşamın ne anlamı kalır ki? Dünya ağacıyla, hayvanıyla, dağıyla, toprağıyla bir bütündür. Sen bu bütünün tek parçasını yok etmeye kalkarsan düzenden bahsedemez hatta yok oluş baş gösterir. Nasıl salgın hastalık baş göstermeye başladığından beri birlikte hareket ediliyorsa her türlü toplumsal sorun da birlikte hareket edilip birlikte çözüm bulunmalı.
Denizlere atılan atıklar ile denizlerimizi, yerlere atılan çöplerle toprağımızı, sökülen ağaçlarla tabiatımızı mahvettik. Üstelik önlemler alınmasına karşın önleme uymayıp inatla devam ettik. Sonra ortada ne orman ne deniz nede canlı bıraktık. Bunların farkında olmamıza rağmen her gün doğadan çalınanlar artık normal karşılanır oldu. Bir gün gösterilip ertesi gün unutuluyor. İlk gün destek için sosyal medyada paylaşımla desteklenip ertesi gün unutuluyor.
Unutulduğu ve istikrarlı olunmadığı için insanlık bunlara alıştı. Alışmamıza sebep olan da biz olduk. Alışılan bir durumunda dışına çıkmak insanlığı yorar oldu. Çünkü onarmak ne kadar zorsa bozmak Bir o kadar kolay. Çevresine, doğasına, canlısına zarar veren milletine, ülkesine zarar vermiş sayılır. Millete zarar veren de kendi kişiliğini kaybetmiştir. Kişilik kaybeden bir birey de ne topluma ne de doğaya faydası olur. Ağaçları yakanı, denizlere plastik atanı, hayvanları katledeni görüp de buna sessiz kalan da bir o kadar suçludur. Çünkü suçuna alet olmakla suçlanır.
Şimdi bir kişi susar sonra bin kişi susar. Toplumu ilgilendiren, neslinin devamı niteliğinde önem arz eden bir konuda susmak ne milletimize ne de ülkemize yaraşır bir davranıştır. Okullarda öğrendiğimiz toplumsal sorunlara karşı sorumluluklarımızı, öğrenmekle kalmayıp hayatımızda yer edindirelim. Çocuklarımıza küçük yaştan doğa sevgisini, çevre kirliliğinin yol açtıkları olumsuzlukları, hayvan sevgisini aşılamalıyız. Çünkü ağaç yaşken eğilir. Sonradan düzeltmek pek mümkün olmuyor. Sevgiyle kalın...