Yönetmen Emre Kayiş: Nesli tükenen insanları anlatıyorum

Yönetmen Emre Kayiş: Nesli tükenen insanları anlatıyorum

Çankaya Sinema Atölyesi’nin konuğu olan Yönetmen Emre Kayiş verdiği söyleşide, “Filmimde bir şekilde yok olmakta olan, kaybolmakta olan ve bunu da bağırsa bile anlatamayacak olan insanları anlatmak istedim” dedi.

Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi Sabahattin Ali Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen film gösterimi ve yönetmen söyleşisi etkinlikleri devam ediyor. Etkinlikte sanat filmleri sinemaseverler ile buluşurken izleyiciler yönetmenler ile bir araya gelme şansı yakalıyor. Programın dördüncü konuğu Anadolu Leoparı filmi ile 46. Toronto Film Festivali’nden FIPRESCI ödülü ile dönen Yönetmen Emre Kayiş oldu. Film gösteriminin ardından sahneye gelen Kayiş izleyicilerin sorularını yanıtladı. Yönetmene Çankaya Sinema Atölyesi Sorumlusu Emre Budak eşlik etti.

ara-004.jpg

Emre Budak: Sevgili dostlar hoş geldiniz. Çankaya Sinema Atölyesi’nin yeni bir etkinliğinde yine beraberiz. Her ay düzenli olarak film gösterimleri yapıyoruz, bu dördüncü gösterimimiz oldu. Bu akşam Emre hocam ile beraberiz. Anadolu Leoparı filmini izledik. İlk soruyu ben şöyle sorayım, nasıl bir senaryo süreci yaşandı, bu filmin fikri nasıl ortaya çıktı hocam?

Teşekkürler, öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Ankara’da bu filmi göstermek benim için her zaman çok keyifli. Ben Ankaralıyım. Bu önemli değil ama doğduğunuz, yetiştiğiniz ve yaşadığınız yerde yoğrulmak bence önemli bunu cebe koymak lazım. Ankara’yı her zaman çok ayrı bir yerde tutuyorum. O yüzden film burada gösterildiğinde mutluluk duyuyorum. Senaryo süreci nasıl gelişti, fikir nasıl aklıma geldi soruları benim için zor sorular. Aradan uzun zaman geçmiş, ilk fikir nasıl aklıma geldi bilmiyorum. Bende genelde bir duygu ortaya çıkar. Sonra o bir şekilde ya bir imajla ya bir fikir ile kendini devam ettirir. Bir kenara not edebilirim, çok daha kuvvetliyse oturup iki satır bir şey yazarım. Anadolu Leoparı’nda fikri düşünürken bir çöküş hikayesi yazmak istiyordum.

NESLİNİZİN TÜKENDİĞİNİ VE ANLAŞILAMADIĞINIZI DÜŞÜNÜN

Ben 39 yaşındayım, içinden geçtiğimiz döneme ilişkin bir şey ortaya koymak istiyordum. Bunu yaparken aynı zamanda sadece güncel politik konular değil, bize ne oldu, bizim hikayemiz, yaşadığımız coğrafyada bizler gibi olan insanların yaşadıkları süreci olabildiğince evrensel bir şekilde ortaya çıkarmak istiyordum. Herhalde bu yüzden bir gün aklıma böyle bir şey geldi. Anadolu leoparı bu coğrafyaya ait bir canlı, yalnızca burada yaşayan ve soyu tükenmekte olan bir canlı. Neslinizin tükenmekte olduğunu ve hiçbir şekilde anlaşılamadığınızı düşünün. Bu coğrafyaya ait olmak tuhaf bir şey bence. Aranızda dünyadaki pozisyonumuz üzerine düşünenler vardır. Benden çok daha kaliteli bir şekilde düşünenler de vardır. Bir sürü genç izleyici var. Kimsenin canını sıkmak istemem ama kafamdaki fikir buydu. Bir şekilde yok olmakta olan, kaybolmakta olan ve bunu da bağırsa bile anlatamayacak olan bir insan topluluğu var Türkiye’de. Bunlar üzerine çok politik olmayan ama politik de olan, mümkün olduğunca varoluşçu olan, evrensel olan, kibirli olmayan bir şey yapmak istedim ve bir anda aklıma bu geldi galiba. Yıllar önce taşınırken, mecburen bir yerden bir yere çok taşındım, bir yere not almışım. İşte bir hayvanat bahçesi müdürü leoparı görüyor diye, onu buldum. Fikirler böyle çıkıyor ortaya. Sonra tabii biçimleniyor, işin içine çok fazla düşünce giriyor. Her şey bu kadar duygusal değil ama aklımdaki en temel ana fikir buydu. Bunun üzerine bir şey yapmak istiyordum, sonrasında her şey bir araya geldi.

ANKARA’NIN ÖNEMLİ MEKANLARI ARTIK YAŞAMIYOR

Emre Budak: Onu soracaktım, filmin Ankara ile bağı nedir? Sizin Ankaralı olmanız ile mi alakalı?

Ankara çok nev-i şahsına münhasır bir şehir. Cumhuriyet ile beraber başkent yapılan, o da aslında yapılmayacak ama biraz zoraki yapılan anlatıldığı kadarıyla. Ondan önce İpek Yolu üzerinde sıradan küçük bir kasaba olan, tabii geçmişle bağlantıları var ama pek esamesi okunmayan bir kent Ankara. 1920’lerden önce kimsenin adını bile bilmediği, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Zoraki Diplomat kitabını okuyanlar varsa orada yabancıların Türkiye’ye gelip 1930’lu yıllarda çöl parlamentosu diye dalga geçtiği sıkıcı, medeniyetin içinden geçmediği bir yer olarak görülün bir bölge. Fakat bir şekilde başkent yapılan sonra mimari olarak tekrar var edilen, toplulukları içine çeken, bugün 4,5-5 milyon nüfusu var değil mi Ankara’nın? Avrupa’da çok esaslı bir kent nüfus bakımından. Sonraları bu özelliğini 1950’lerden sonra Türkiye’nin politik atmosferinde yavaş yavaş, özellikle son 25 yılda yaşadığımız garabetin içinde tamamen yitiren bir kent Ankara. Çok hüzünlü geliyor bana, bura ile bağı olarak, ben de kişisel olarak yaşadım. Yani hayallerimiz yavaş yavaş yıkıldı. Çok başka bir hal aldı. Çok iyi biliyorum burayı, bütün mekanları her şeyi çok iyi biliyorum. Aslında mekanların çoğu bugün yaşamıyor. Buradaki insanlar fark etmiştir. Ben biraz da bundan hoşlanan biriyim. Mesela Kaurismaki sinemasını çok beğenirim, Helsinki’yi çok kullanır kendi sinemasında. Olmayan mekanları varmış gibi gösterir. Ben de biraz olmayan mekanları kullandım. Buz pisti vs. Bunlar yok artık. Düğün salonu oldu orası. Çok hoş bir yerdi, ben çocukken öyleydi. Pek çok mekan böyle. Biraz kendi şehrimi, kendi zihnimdeki Ankara’yı paralel bir dünyada yaratarak çalıştım. Tabii Ankaralı olanlar için rozet taşıyan, pek çok şeyi anlayabileceğiniz referanslar var ama Ankaralı olmayanlar için de biraz roman kahramanı kent gibi yapmak istedim. Bir zamanlar bir yerlerde bir şeyler varmış ama sonra yavaş yavaş uçup gitmiş.

OYUNCU SEÇİMLERİ İSTEDİĞİM GİBİ OLDU

Emre Budak: Son olarak seyirciye sözü vermeden önce kast sürecinden bir soru sormak istiyorum. Oyunculara nasıl karar verdiniz? Prova süreçleri nasıl oldu?

Orada aslında güzel bir hikaye var. Uğur Polat ile tanışmam Erden Kıral vesilesiyle oldu. Allah rahmet eylesin, benim çok sevdiğim bir yönetmen. Ben kısa film de yapmıştım zamanında, o sıralar jüri başkanlığı yaptığı bir festivalde tanışmıştık kendisiyle. Son filmini benimle birlikte yazmak istemişti. Orada kişisel bir ilişki kurmuştuk. O zaman bana yeni projemi sormuştu, bundan 6-7 sene evvel. Ben konudan bahsettiğimde, eskiler öyledir 26 saniye falan anlattım herhalde, durdurdu beni, bu güzel, müdürü kim oynuyor dedi. Uğur Polat’ı düşündüğümü söyleyince o çocuk iyidir dedi. Tabii onların jenerasyon öyle. Hemen eski bir not defteri çıkardı. Oradan döndü bana, ara bu çocuğu dedi. Ben de daha çok başlangıçtayız, sanmıyorum dedim. Sinirlendi, yahu sen ne biçim yönetmensin, adamı aramazsan nasıl film yapacaksın diye sitem etti. Sonrasında görüştük ve halloldu. Bir sonraki süreçte kast ajanslarıyla görüştük ve o şekilde götürdük. Oyuncu seçimleri büyük oranda dilediğim gibi oldu diyebilirim.

22-001.jpg

İSİM TERCİHLERİNİ ÇOK ÖNEMSİYORUM

İzleyici: Merhaba, hoş geldiniz. Karakterlerin isim seçimlerini neye göre yapıyorsunuz?

Güzel bir soru, bu ilk defa soruluyor. İsim seçimi çok önemli, bence tamamen belli bir coğrafyada, belli bir toplumda yaşadığınız zaman isimlere ilişkin fikirleriniz oluyor. Sosyal sınıflar, işte hepimiz çok iyi biliyoruz bunu. Örneğin ben Fransa’da hiç yaşamadım. Fransa’da geçen bir filmde karakter isimlerini ben belirlesem rezil olurum herhalde. Herkes benimle dalga geçer çünkü çok yanlış tercihlerde bulunurum. Biraz Gamze karakteri ve onun geldiği yer, hani o Gamze olur, bu Fikret olur. Fikret galiba bana halihazırda bu filmdeki Fikret’in geldiği kuşağın sahip olabileceği bir isim gibi geldi. Burada çok ciddi önyargılar var. Güzel bir soru gerçekten. İsim tercihlerini çok önemsiyorum. Daha önce dizi yazarken de aynı şeyi çok düşünmüştüm. Birine bir isim verdiğiniz zaman onun kaderini belirliyorsunuz, hayatta da öyledir. Öyle haybeye vermiyorum isimleri. Gerçekten bu o olur gibi bir şekilde geliyor. Burada bilincimi değil de daha çok bilinçaltımdan yararlanıyorum. Sonra üzerinden geçerim, doğru isim verdim mi, bu yaşta bu ad olur mu gibi. Bu şu sosyal statüden geliyor, buna niye bu ismi vermişim diye. Hani vardır ya bazı modern isimler. Ona bu ismi böyle bir aile vermişse bunun bir sebebi, hikayesi olmalı. Bunları düşünerek yazdım. O yüzden savcı karakterinin ismi neredeyse yok mesela.

İzleyici: İsimler konusu konuşulunca ben de sormak istedim. Savcının ismi yok dediniz. Savcı ile müdür arasında filmin sonuna doğru gerçeklik üzerine bir diyalog geçiyor. Orada savcıyı ben müdürün içteki sesi olarak gördüm, bir yansıma gibi. Savcı öylesine bir karakter miydi?

Değildi tabii ki. Kesinlikle hiçbir şey öylesine değildi. Filmin anahtar sahnelerinden biri. Filmi açıklamayı çok sevmiyorum. Siz nasıl aldıysanız öyledir. Savcıyı aynı düzende Fikret’in aksine bir yerde çok benzer kaderi yaşayan biri olarak görüyorum. Bir şekilde hikayede bir araya geliyorlar. Bu iki insanın kaderi örtüşüyor. Suçluyu bulmaya çalışan ve suçlunun kendisi. Belki filmde söylemek istediğim ve benim için en önemli olanlardan birkaçını aktardığım sahnelerden biri bu aslında. Gerçekliğin ne olduğu, Post-truth dünyasında durduğumuz nokta ilgimi çekiyor doğrusu.

TEK NOKTADAN ANLATILAN BİR FİLM YAPMAK İSTEMEDİM

İzleyici: Fikret aslında bir yönetici ama patronluk yapmıyor. Düzenin onu ezmesi karşısında vicdanıyla hesaplaşan bir insan. Ben bu filmdeki Fikret ile daha önce tanışıp tanışmadığınızı merak ediyorum. Hani vardır ya imgelem sizi besler. Bir Fikret oldu mu?

Doğrusu olmadı. Kanlı canlı bir bürokrat ile tanışmadım ben. Dönüşüm, değişim sırasında her şeyi içinde tutan insanlarla karşılaştım ama yalnızca belli bir noktadan anlatılan bir film yapmak istemedim. 2020 yılının Türkiye’sini anlatan ya da 2010’un, neyse yani bunu değil de biraz daha neoliberal politikalar içerisinde savrulmuş, kendine bir yer bulamayan, kendini anlatamayan insanların sıkıştığı yer üzerine, bundan 50 sene sonra da izlendiğinde bir anlama gelecek bir şey yapmak istedim. Çünkü biliyorsunuz politika çok hızlı değişiyor. Elbette benim de politik bir duruşum, belli bir bakışım var. Buradan bir film yapmak istedim. Dolayısıyla Fikret çok iyi bildiğim biri. İçinde tutanlardan bir tanesiydi. Biraz da böyle hayvanat bahçesinde, kimsenin umursamadığı bir yerde savrulmuş, köşeye atılmış biri. Kanlı canlı biri yok ama çok iyi biliyorum Fikret’i. Hepimizin çok iyi bildiği gibi.

FİKRET TUTUNAMAYAN BİR KARAKTER

İzleyici: Fikret karakterinin geçmişine baktığımızda iyi bir okuldan mezun olduğunu anlıyoruz. Ailesinin gelişmiş bir yaşam tarzı olduğu görülüyor. Karakter gençlik sonrası çok yalnızlaşmış. Sizin de dediğiniz gibi köşeye fırlatılmış. Fikret karakteri neden bu kadar yalnız onu merak ettim.

Teşekkürler, özellikle o kuşaktan böyle çok insan var Türkiye’de. Fikret biraz da şöyle okunmalı belki, İdealist bir karakter. Dünyayı ve Türkiye’yi değiştirmeye çalışan, bunu ciddi ciddi yapabileceğine inanan ve bunun için çaba sarf eden kuşaktan. Biraz küskünlüğü burada galiba. Dünya çok değişti. Fikret de kendini dünyanın bir tarafında bir işle meşgul buldu. O yüzden kendi kabuğuna çekilmiş bir karakter. Fikret tutunamayan bir karakter, hep öyle hayal etmiştim onu. Ne kazananların ne kaybedenlerin tarafında. Ne fakülteden zenginleşmiş arkadaşı gibi köşeyi dönmüş ne de Orhan gibi kaybettik ama deyip o tarafta kalan bir insan. İkisinin arasında bir yerde bence. Bu insanlar biraz orada kaldılar. Öyle bir kısım insan var. Ben onlarla çok ilgileniyordum. Onlar hakkında bir film yapmak istedim galiba. Tutunamayan, bir şekilde kendini ifade edemeyen ve üstüne üstlük bundan dolayı suçluluk duygusu taşıyan bir kesim hakkında. Film yaparken özellikle karakterlerin arka planını açık etmeyi seven birisi değilim ama siz o noktada özdeşleşemediyseniz demek ki bir yerlerde eksiklik vardır. Fakat benim için olan biten anlattığım gibi.

İzleyici: Anadolu leoparı ile tanışmam 1972’de onu bir gazetede görmem ile olmuştur. Sonra 2013’te Diyarbakır’da iki çobana saldırarak vurulması hikayesi maalesef. Bu çok üzücü bir haber. Bugün salona gelirken Anadolu Leoparı ismini duyunca çok heyecanlanmıştım ancak burada leopardan çok insan figürleri ön plandaydı. Ufak bir hayal kırıklığı oldu. Anadolu leoparı çok önemli bir hayvan. Nesli tükenmekte olan bir hayvan. Filmde az yerde geçiyor. Umut var mı hocam? bu konuda birkaç kelime alırsam sevinirim.

Tabii bu bir film. Biliyorsunuz bu bir metafor. Anadolu leoparı bir metafor olarak kullanılıyor. Anadolu leoparı önemli bir canlı doğru ama burada biz başka bir şey anlatıyoruz. Umut yok mu? Umut var ama realist olmak lazım. Bir de bana göre sinemada karakterler var, onların dünyaları var, onları yansıtmak lazım. Ben Fikret perspektifinden bu tonda düşünüyorum. Bana göre umut bazen başka bir şeydir. Bazen hani sizin inandığınız ve düşündüğünüz bütün kavramlar birdenbire üzerinizden çekip alınır. Bu umutsuzluk demek değildir, yeni bir şey başlar. Fikret filmin sonunda hala hayatta ve ona düşündüğü ve inandığı hiçbir şeyin özgür irade olmadığı söylendi. Belki bundan sonra tekrar bir hayatı olabilir, eğer bunları doğru algılayabilirse diye düşünüyorum.

33-007.jpg

KAFANIZDAKİ SOYUT PLASTİĞİ AKTÖRLERLE BULMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ

İzleyici: Karakterlerin sizin kafanızda genel olarak nasıl yer edindiğini sormak istiyorum. Senaryo henüz yazım aşamasındayken kast belli miydi? Şunu şu oynar, bunu bu oynar gibi.

Bir yerde yaşadığınız zaman, bir şeylere baktığınız zaman, bir şey yazmaya başladığınızda o sahnedeki nesnelerin yahut orada ne olacağına dair kafanızda bir form oluşuyor, orada yaşamışsınız çok normal bir şey. Yıllardır Ankara’da yaşıyorsanız bir sinema salonu, bir tiyatro salonu yahut kreşteki bir müsamerenin nasıl görüneceğine dair renkler, orada çıkacak olan insanların fiziksel özellikleri, kostümler, bunlara dair kafanızda mutlaka fikirler oluşuyor. Kafanızdaki soyut plastiği aktörlerle bulmaya çalışıyorsunuz. Kafamda biri yoktu ama bir plastik vardı. Çok net soyut bir plastik vardı. Mesele ana roldeki bazı kişiler hariç olmak üzere geriye kalan tümünü orada tamamlamak oluyor aslında. Benim için böyle işliyor. Kafam çok net ama kimi bulacağımı süreç içerisinde görüyorum. O yüzden soruya yanıtım evet. Kafamda hep bir plastik var, onun dışında bir şey olamaz. Mesela atıyorum, Uğur Polat yerine birkaç alternatif olabilirdi ama herkes oynayamazdı Fikret’i. Tabii bu dar kafalılık olabilir. Muhtemelen burada biraz dar kafalılık ediyorum. Bu noktada da bazen düşünüyorum öyle mi acaba diye ama ben böyle düşünüyorum. Belki ileride fikrimi değiştiririm. Belki hiç alakasız biri onu daha iyi oynayabilir ama filmi yaparken kafam bu kadar çalışıyordu. Şu anda da böyleyim. Dediğim gibi bunun üzerine düşünüyorum. Karakterler üzerine çok düşünüyorum. Kontrol düşkünü bir insanım ve inanmadan, düşünmeden ve güvenmeden birini kağıda dökemem, çıksın hadi bir şey yapsın gibi. Hepsi benim için bir şey ifade ediyor. Ama tabii asıl mesele onların harmoni içinde bir orkestraya dönüştüğünde izleyiciye hangi duyguyu verdiği, bunu kontrol edemem. Bu herkes için çok farklı çıkıyor.

İzleyici: Kast anlamında her şeyden memnun musunuz?

Büyük oranda istediğim herkesle çalışma şansına sahip oldum. Yüzde 80-90 istediğim kişiler ile çalıştım. Çok da böyle olmayabiliyor. Biliyorsunuz bizim filmlerde bütçeler çok farklı oluyor, oyuncuların programları, dizileri oluyor ama herkes çok özveriliydi. Her şeyden memnun muyum, hiçbir zaman değilim. Her zaman ‘daha iyisini, daha fazlasını yapabilirdim, ah şunu yapamadım’ diye bakıyorum. Bu hep öyledir zaten ama şanslıyım biraz, oyuncular bir şekilde bir araya geldiler, istediklerim ile çalıştım.

İzleyici: Merhabalar, birinci sorum Fikret karakteri leoparın karşısında yaptığı konuşmada kendisini acımasızca eleştiriyor. Buradaki eleştiri karakterin kendisi hakkındaki düşünceleri mi yoksa babasının ona aşıladıkları mı? İkincisi Gamze’nin aşkına karşılık vermemesinin nedeni kibir mi yoksa kendini ona layık görmeyişi mi?

Teşekkürler, ilk soru zor bir soru. Bunu ben de bilmiyorum, hepsi galiba. Kendine çok kızgın, doğru. Biraz da içkinin etkisiyle böyle bir hesaplaşma yaşıyor. Bence leopara çok güveniyor, başka kimseyle konuşamıyor. Leopar günün sonunda sırrı başkasına taşıyamayacağı için rahatlıkla anlatıyor. Evet ama muhtemelen etkisi vardır. Şöyle bir şey var, bilinçaltı süreçleri ile bilinç süreçleri çok karışık ve değişik işliyor. Bu edebiyat ve sinemada da böyle. O yüzden sorunuza yanıt vermek imkansız. Babasını da mutlaka düşünmüşümdür. İlk defa kendini biraz açtığı, yaşadığı şeyleri bütün ağırlığıyla anlattığı bir sahne hayal etmiştim, öyle çıktı. İkinci sorunuzun yanıtını az önce sorulan bir soruda kısmen vermiştim. Bana göre Fikret için her şey olumsuz olsa da, her ne kadar sistem tarafından press makinesinin içine girmiş ve ciddi bir sıkıntıyla baş ediyor olsa bile bir yol açılma ihtimali vardı. Kendi karakterinin dışına çıktı ve bence biraz kibrine teslim oldu, evet. Konfor alanına bu yüzden geri döndü, narşist tarafa geri döndü. Sonrasında gerçekliğin zemin kaybı ile dımdızlak ortada kalacağını hayal etmiyor. İşlerin yolunda gideceğini düşünüyor. Bence hata etti.

EN BÜYÜK PROBLEMİMİZ YAŞADIĞIMIZ YERLERİ HAYATTA TUTAMAMAK

İzleyici: Mekanları korumak önemli. Cebeci’den çıkıp Kızılay’a gelen, Ankara sokaklarında yürüyen insanlar için çok iyi bir film olmuş. Mekanlar iyi yansıtılmış. Filmin, karakterlerin Ankara ile ilişkileri üzerinden gidişi gerçekten güzeldi. Elinize sağlık, teşekkürler.

Teşekkürler, evet mekanlar çok önemli. Ben Ankara’ya son gelişimde bu filmi çektiğim 3-4 mekanın yıkıldığını gördüm oradan geçerken. Çok hızlı değişiyor, bizim zaten en büyük problemimiz içinde yaşadığımız yerleri hayatta tutamamak. Onların biçim değiştirmesine izin vermek. Bu bence üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Kişisel olarak önemsediğim bir konu. Bizim en eksik olduğumuz konulardan biri ve otantik insan yetiştirme kapasitemizi azaltan bir problem. Çok basit küçük şeylerden yola çıkarak herkesin bir şeyler yapabileceği bir konu. Ne biliyim okulun kötü bir yapıya dönüşmemesi, başka bir hale bürünmemesi. Yahut işte köyde büyüdüyseniz dedenizin, babaannenizin evini, eşyalarını korumak bile bir şeydir. Bizde olmayan bir şey. Sinemayı da etkileyen bir şey. Türkiye’de dönem filmi çekmek çok zordur çünkü mekan bulamazsınız. Almanya’da, Fransa’da ve İngiltere’de dönem filmi çekmek çok kolaydır çünkü mekanları bulmak kolaydır. Bizde platolara gitmek zorundasınız. Üzerine düşündüğüm ilgimi çeken bir konu mekan. Ayrı bir tartışma ve sohbet konusu ama soruyu yönelttiğiniz için teşekkürler.

Furkan Göktürk Yılmaz / www.gazeteilksayfa.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.