Arif Nihat Asya kimdir? Bayrak şairinin yaşam öyküsü
Bayrak Şairi Arif Nihat Asya'nın ölüm tarihindeki ilginç tevafuk ne? İşte, Arif Nihat Asya'nın yaşam öyküsünden dikkat çeken o bölüm:
Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın ibretlik yaşam öyküsünü sizler için derledik:
Arif Nihat Asya kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemde yaşadı, hangi eserleri verdi, ilk şiirini ne zaman yazdı, hangi tarikata mensuptu, mezarı nerede, hangi vasiyette bulundu? Türkiye’de en güzel bayrak şiirini kim yazdı? Dillere destan olan bayrak şiiri, nerede, ne zaman ve nasıl yazıldı? Bayrak şiirinin yazıldığı tarih ile şairinin ölüm tarihi arasındaki ilginç tevafuk neydi? Neden anne üzerine çok şiir yazdı?
İşte cevabı:
7 Şubat 1904 yılında Çatalca’nın İnceğiz Köyü’nde ailesinin tek çocuğu olarak dünyaya gelen Arif Nihat Asya’nın asıl adı Mehmet Arif’tir. Babası Tokat Kapusuz Köyünden debbağ (deri işleme ustası) ahi Hacı Ahmet’in oğlu Ziver Efendi, annesi Bulgaristan’ın Tırnova şehrinden muhacir Fatma Zehra Hanım’dır.
HEM ÖKSÜZ HEM YETİM KALDI
Henüz 7 günlük iken babasını kaybetti. Annesi evlenip Filistin’e gittiği için 3 yaşından itibaren babaannesinin yanında kaldı. Dedesi, onca ağlamasına rağmen onu annesine vermedi.
Ve o ne zaman tandırda pişen bir ekmek kokusu duysa aklına hep annesi geldi. O küçük yaşlarında yetimliğin öksüzlüğün ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetti. Bu yüzdendir ki, Türk şiirinde anne üzerine en çok şiir yazan şair Arif Nihat Asya’dır.
Öksüzlüğü hep sürdü; altı yaşında ninesini kaybetti. Dedesiyle birlikte Gülfen Hala’sının evine sığındı. Üç kuzeni vardı evde, Şadiye Abla, Nuriye Abla ve Asiye Abla.
Balkan Savaşı sırasında bir gün “Gâvurlar geliyor” denilince, evlerini-barklarını bırakıp at-öküz arabalarıyla Çatalca’dan İstanbul’a göç ettiler.
İstanbul acılarını çoğalttı; önce Nuriye Abla’sını koleradan, sonra Şadiye Abla’sını veremden kaybetti.
Birinci Dünya Savaşı çıkınca halasının kocası Mehmet Fevzi cepheye gitti.
Onlar ise evde fakirlikle savaştılar.
Bu koşullarda halası yine de yeğenini, Gülşen-i Maarif Mektebi’ne yazdırdı. Çünkü babası İbrahim Tevfik ölürken vasiyet etmişti: “Torunumu mutlaka okut!”
Savaş uzadıkça yoksulluk arttı; imkanlar tükenmişti. Arif okuldan alındı. Çok üzüldü. Halası öğretmenlerine gitti; durumu anlattı. Öğretmenlerin aracılığıyla Bolu’da yatılı okula verildi. Bu, öksüz bir çocuğun ailesinden artık tamamen kopuşuydu. 11 yıl devletin olanaklarıyla Anadolu’nun çeşitli okullarında yatılı okudu. Öksüzlüğünü ve devletinin ona sahip çıkmasını satırlara döktü.
Şair yönünü ilk keşfeden öğretmeni, -ileri de Atatürk’ün Milli Eğitim Bakanı da olacak- dönemin Bolu Maarif Emini Mustafa Necati Bey oldu. Onu gördüğünde hep “Şair” diye hitap etti; şiir yazması için cesaretlendirdi.
İlk şiir kitabı “Heykeltraş”ı, İstanbul Yüksek Muallim Mektebi’nde yatılı öğrenci iken çıkardı.
ANNE ŞİİRİ
“Arif’ine kimler yavrum der anne?
Beni evlat bilmez elbet her anne
Senin evin, senin dizin saadet
Nerde şimdi öyle mes’ud bir anne!
Bir mukaddes kitap gibi öpeyim
İnce solgun ellerini ver anne
Camlarımı kırdı kış ah üşüdüm
Pencereme çarşafını ger anne...”
ÇİLE DOLU BİR HAYAT
Arif Nihat Asya ilköğrenimine Çatalca’da Örçünlü Köy Mektebinde başlamıştı. Bu sırada babaannesini de kaybetti. Halasının yanına yerleşti. I.Dünya Savaşı başlamadan önce İstanbul’a yerleştiler. Kocamustafapaşa ve Haseki mahalle mekteplerinde ilköğrenimini tamamladı. Bu arada I.Dünya Savaşı başlamıştı. Haseki yıllarında Savaş ve kahramanlık destanlarının etkisi ile şiir yazmaya başladı. Gülşen-i Maarif Ortaokulu’na başladı. Buradan sonra Bolu Yatılı Lisesi’ne başladı. Oranın kapanması ile okul Kastamonu Yatılı Lisesi’ne taşındı. Bu okul Milli Mücadeleye destek verenlerin uğrak yeriydi. Edebi kişiliği bu ortamda oluşmuştur. Ortaöğrenimini burada tamamladı. Kastamonu yıllarında öğretmenlerinden Enver Kemal Bey’in çıkarttığı Gençlik dergisinde ilk şiiri yayınlandı. Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında Edebiyat Bölümünü okumak için Daru’l Muallimin-i Aliye’ye ( Yüksek Muallim Mektebi, son adı İstanbul Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu) başladı.
DESTANLAŞAN BAYRAK ŞİİRİYLE ADINI TÜM TÜRKİYE’YE DUYURDU
Birinci sınıfta iken ilk şiir kitabı Heykeltıraş yayınlandı. Okulun son yılında Hatice Semiha Hanım ile evlendi. Bu ilk evliliğinden iki kızı oldu. 1928 yılında mezun olup Adana Kız Lisesine tayin oldu. Adana Erkek Lisesinde de öğretmen ve zaman zaman idareci olarak çalıştı. 1933 te Üsküdar Mevlevihane’si şeyhi Ahmet Remzi Akyürek’le tanışması onun hayatında bir dönüm noktası daha oluşturdu. Mevlevi dervişi olarak çilesini tamamlayıp şeyhlik makamına kadar yükseldi. Bu eğitim sonunda kurtuluş mücadelesi ve vatanseverlik şiirleri yanında tasavvuf şiirleri de yazmaya başladı. Adana’daki öğretmenliği döneminde Kurtuluş günlerinde şehir meydanına asılan büyük Türk Bayrağından esinlenerek yazdığı “Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü/ kız kardeşimin gelinliği şehidimin son örtüsü” dizeleri ile başlayan “Bayrak” şiiri, 5 Ocak 1940 yılında yapılan törenler için yayınlandığında artık O’nu bütün Türkiye Cumhuriyeti tanıyor olacaktı. Şuana kadar daha güzeli yazılamayan bu şiir önce Görüşler dergisinde, daha sonra ise 1946 yılında çıkardığı “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor” şiir kitabının ilk baskısında yer aldı.
MENDERES’İN PARTİSİNDEN MİLLETVEKİLİ SEÇİLDİ
1941 yılında ilk eşinden boşandı. Kimya öğretmeni Servet Akdoğan ile evlendi. Bu evlilikten de bir kız ve bir erkek çocuğu oldu. Malatya Lisesine müdür olarak atandı. 25 Mart 1943 tarihinde dönemin Milli Eğitim Müdürü Hasan Ali Yücel ile çok sert bir tartışma yaşar ve müdürlük görevinden alınır. Adana Erkek Lisesine öğretmen olarak geri döner. Anadolu Ajansı ve Ankara Radyosu’nda düzeltmen olarak çalıştı. 1950’de Demokrat Parti’den milletvekili seçildi. Milletvekilliği bir dönem sürdü; 1954’te bitti. Lise öğretmenliğine tekrar döndü; Eskişehir’e atandı. Sonra Ankara ve Kıbrıs’ta görevini sürdürüp 1962’de emekli oldu. Yeni İstanbul ve Babıâli’de Sabah’ta makaleler yazdı.
ÖLÜM TARİHİNDEKİ İLGİNÇ TEVAFUK
Bayrak Şiiri'ni yazdığı 5 Ocak, aynı zamanda vefat günü:
Milliyetçi bir ruha sahip şair, yurdumuzun güzelliklerini ve doğasını anlatan, Türkçülüğü ön plana çıkaran şiirleri ile ilgi gördü. Aralık 1974'te rahatsızlanan Arif Nihat Asya, Adana’nın Kurtuluş Gününde, 5 Ocak 1975’te yani bayrak şiirini kaleme aldığı tarih olan 5 Ocak 1940 yılından tam 35 yıl sonra Ankara’da yaşamını yitirdi.
Ankara Yenimahelle’deki Karşıyaka mezarlığına defnedildi. Toprağa verilirken mezarında mehter marşı çalınmasını vasiyet etmişti. Öyle de yapıldı. Çünkü Arif Nihat Asya Mehter Marşı’nın en önemli marşlarından olan Fetih şiirinin de şairiydi:
Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek;
Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek;
Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek!
Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden
Senin de destanını okuyalım ezberden
Haberin yok gibidir taşıdığın değerden
Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!
Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini!
Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini!
Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın
Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır;
Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır;
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır!
Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın
Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!
Delikanlım! işaret aldığın gün atandan!
Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan!
Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan!
Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın;
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin!
Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın!
Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın!
ARİF NİHAT ASYA BAYRAK ŞİİRİNİ NASIL YAZDIĞINI ANLATIYOR
“BAYRAK şiirimi 35 yaşımdayken yazdım. Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeniydim. Hatay, Gazi’nin gayretleriyle Türkiye’ye bağlanmıştı. O konudaki çalışmaları 1938 yılında başlamış, 1939 yılında neticeye ulaşılmıştı. Türkiye, yeni bir sevinç içindeydi. Bu sevinci, Adana da büyük coşkunluklarla yaşıyordu. Adana’nın Fransız işgalinden kurtuluşu 5 Ocak 1922’dir.
Bu bakımdan her sene, 5 Ocak gününde Adana’da büyük şenlikler yapılır. Adeta yer yerinden oynar. Şimdi de öyle midir, bilmiyorum.
Şehrin bir Saat Kulesi var; bir de Ulu Cami minaresi. İşte o Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına, her senenin 5 Ocak kutlamalarında, kocaman bir bayrak asılır. Bayrak diyorsam, öyle-böyle bir bayrak değil. On beş izcinin kolları üzerinde taşınan bir bayrak. Vay babam vay. Yani Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresinin arasına bir güneş doğuyor...”
OKUNACAK ŞİİR BULUNAMIYOR
“Hatay Türkiye’ye bağlandığı için 1940 yılının 5 Ocak kutlamasının daha bir güzel, daha bir heyecanlı olması isteniyordu.
O bakımdan Adana Maarif Müdürlüğü’nden bizim lise müdürlüğümüze bir yazı geldi. Mealen deniyordu ki: ‘5 Ocak kutlamasında, Saat Kulesi’yle Ulu Cami minaresi arasına Adana’nın tarihi bayrağı çekilirken, o güne uygun bir şiirin de, liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması uygun görülmüştür. Gereğini rica ederim. Maarif Müdürü falan filan.’
Lise müdürü bu konuda beni vazifelendirdi. Ben de öğrencilerim arasından üç-dört kişi seçtim. ‘Gidip kütüphanelerde araştırın. 5 Ocak kutlamalarına uygun güzel bir şiir bulun. Pek duyulmamış bir şiir olsun. Meşhurların da kitaplarını karıştırın; adı pek duyulmamış şairlerin de!’ Çocuklar gittiler. Birkaç gün sonra geldiler. ‘Efendim bulamadık’ dediler. ‘Bulamadık olur mu’ diye öfkelendim. ‘Gidin gözünüzü dört açarak bir daha araştırın’ dedim. Çocuklar çıkıp gittiler. Üç-dört gün sonra, elleri yine boş geldiler.
E peki ne olacak? Kendi kendime dedim ki, ‘Arif bu şiiri sen yazacaksın!’
Bir gün sonra 5 Ocak! Bir günüm var.”
‘Kimin bu şiir oğlum’
“Adana’da Ocak Mahallesi’nde oturuyordum. O zamanlar, bugünkü gibi evlerde günün her saatinde elektrik yok. Geceleri petrol lambası yakıyoruz. El-ayak ortalıktan çekilince, petrol lambasının yorgun ışığında, bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım.
Şafak sökerken Bayrak şiiri hazırdı. O gece, şiiri nasıl yazdımsa, öylece kaldı. Yani üzerinde ikinci bir defa oynamadım.
Sabahleyin liseye gidince, ‘Bana Aydın Gün’ü çağırın’ dedim. Aydın Gün, bugün bizim Opera ve Bale Genel Müdürümüz olan Aydın Gün’dür.
Bulunup getirildi; şiiri eline uzattım; ‘Şunu oku bakayım’ dedim. Okudu. Güzel şiir okuyan öğrencilerimdendi. Bayrak şiirini ona bir daha, bir daha okuttum. Mükemmel okuyordu.
Bayrak şiirimi, 5 Ocak kutlamalarında ilk defa Aydın Gün okudu ve alkışlandı.
O günün akşamı, Halkevi’nde 5 Ocak Balosu var. Aydın Gün de baloda. Davetliler arasından bir kişi Aydın Gün’ü tanımış ve sormuş, ‘Bugün, 5 Ocak merasiminde o Bayrak şiirini sen okudun değil mi?’
- Evet efendim.
- Kimin o şiir?
- Vallahi bilmiyorum efendim.
- Yahu nasıl bilmezsin? İnsan okuduğu şiirin şairini bilmez mi?
- Bilmiyorum efendim! Şiiri bana Arif Hocam verdi. Sonra, ‘Sana bu şiir kimin derlerse, kimin olduğunu söyleme’ dedi.
O zaman mesele anlaşılmış. ‘Tamam bu şiir Arif Hoca’nındır’ demişler.
Bayrak şiirini, Aydın Gün’e Halkevi’ndeki baloda da okutmuşlar. Sonra bir daha bir daha okutmuşlar.
İşte o gün bugündür, benim Bayrak şiirim, bayrağımızın kendisi gibi hepimizin oldu.
Bu şiir, bana ‘Bayrak Şairi’ denilmesine yol açtı ki, bu sıfat, benim için altından dökülmüş bir İstiklal Madalyası kadar kıymetlidir.”
ŞAHSA KÖLELİK YAPMADIM
Ölümünün ardından kendisini tanıyanlar “Arif Nihat Asya samimi bir Müslüman’dı. Arif Nihat Asya milliyetçiydi. Arif Nihat Asya ülkücüydü. Arif Nihat Asya antikomünistti.” şeklinde tanıklık ediyorlardı. Arif Nihat Asya da hayattayken kendisini şöyle anlatmıştı:
“Vurgunculuk yapmadım, soygunculuk yapmadım. Muhalefette; memlekete fayda gördüm, muhalefet yaptım.
Boyuna yazmak kolay iş değildir; imla yanlışı da cümle yanlışı da yapmış olabilirim; lakin yalan haber vermedim, yalan mazbata yapmadım.
Tesir yaptığım olmadı değil. Fakat tazyik yaptığımı gören yoktur.
Devletin memuru oldum; bir partinin memurluğunu yapmadım.
Grupların çıkarı için maddeler düzmek aklımdan geçmedi. Alnımın akı ve şerefimle köşemde baş başa kaldım; ve göğsümü gere gere, alnımı aça aça muhalefet yaptım...
Hakk’ı dinledim, yanlışlarımdan dönmesini bildim, ağzımdan çıktı diye manasız inat yapmadım.
Millete hizmeti şeref bildim. Şahsa kölelik yapmadım.
Ve dil yalancılığı da, kalem yalancılığı da yapmadım.
Belki dalgınlıklarım, ihtiyatsızlıklarım oldu. Çok şükür ki madrabazlık, kurnazlık, düzenbazlık yapmadım.
‘Şunu yapmadın, bunu yapmadın, o halde ne yaptın’ diye sorarsanız; cezasını, kazasını, ezasını da düşünerek muhalefet yaptım.”
ARİF NİHAT ASYA’NIN ESERLERİ, ŞİİRLERİ
•Heykeltıraş (1924)
• Yastığımın Rüyası (1930)
• Ayetler (1936)
• Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor (1946)
• Kubbe-i Hadrâ (Mevlana üzerine, 1956)
• Kökler ve Dallar (1964)
• Emzikler (1964)
• Dualar ve Aminler (1967)
• Aynalarda Kalan (1969)
• Bütün Eserleri (1975-1977)
• Rubaiyyat-ı Ârif (rubailer, 1956)
• Kıbrıs Rubaileri (rubailer, 1964, 1967)
• Nisan (rubailer, 1964)
• Kova Burcu (rubailer, 1967)
• Avrupa'dan Rubailer (1969)
• Şiirler (Ahmet Kabaklı derledi, 1971)
• Bütün Eserleri (1975-1977, Ötüken Yayınları)
DÜZYAZI:
•Kanatlar ve Gagalar (özdeyişler, 1946)
• Enikli Kapı (makaleleri, 1964)
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım!
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
Mezarını kazacağım.
Seni selâmlamadan uçan kuşun
Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver.
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
Yurda ay yıldızının ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
Kızıllığında ısındık;
Dağlardan çöllere düştüğümüz gün
Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
Barışın güvercini, savaşın kartalı
Yüksek yerlerde açan çiçeğim.
Senin altında doğdum.
Senin altında öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen!
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.