Kur’an’da adı geçen Belkıs kimdir? Türk Edebiyatında Belkıs’tan nasıl bahsedilir?
Belkıs kimdir, gerçek adı nedir, hangi dönemde ve nerede yaşamıştır, adı Kur’an-ı Kerim’de nasıl geçer, Hz. Süleyman Peygamber ile irtibatı nedir, Türk Edebiyatında Belkıs’tan nasıl bahsedilir?
Tevhit dinini kabul edip Hz. Süleyman Peygambere iman eden, Sebe melikesi Belkıs’ın hayatını sizler için derledik…
Belkıs kimdir, gerçek adı nedir, hangi dönemde ve nerede yaşamıştır, adı Kur’an-ı Kerim’de nasıl geçer, Hz. Süleyman Peygamber ile irtibatı nedir, Türk Edebiyatında Belkıs’tan nasıl bahsedilir?
İşte cevabı:
Sebe melikesi olduğu bilinen Belkıs’tan Kur’an-ı Kerim’in Neml Suresi’nde bahsedilmektedir. Hz. Süleyman’ı ziyaret etmesi sebebiyle hem Ahd-i Atik’te hem de Kur’an-ı Kerim’de (Neml 27/20-44) bahsi geçer; her iki ilahi kitapta verilmeyen adı Arap kaynaklarına göre Yelkarne bint el-Yeşrah b. Haris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şurahbil, bir diğer rivayete göre de Mâkedâ’dir. Ahd-i Atik’te Sebe kraliçesinin, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her yerde duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafileyle Kudüs’e geldiği ve gelirken de altın, baharat ve kıymetli taşlardan oluşan çok değerli hediyeler getirdiği anlatılmaktadır.
ALLAH’IN BİRLİĞİNE VE HZ. SÜLEYMAN’A İMAN EDİYOR
Ziyareti sırasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda da onun peygamberliğine ve Allah’ın birliğine iman etmiştir. Hz. Süleyman’a. “Daima senin önünde duran, senin hikmetlerini dinleyen adamlarına ne mutlu!” diyerek takdirlerini bildirmiş ve kendisine verilen kıymetli hediyelerle birlikte ülkesine dönmüştür. Buradan anlaşılan husus, Hz. Süleyman’ın şöhretinin Sebe halkının yaşadığı Yemen’e kadar yayıldığı ve Belkıs’ın kendi arzusuyla gidip iman etmiş olarak ülkesine geri döndüğüdür.
KUR’AN-I KERİM’DE GEÇEN BELKIS KISSASI
Kur’an’da anlatılan Belkıs kıssası Ahd-i Atik’tekinden farklıdır. Hz. Süleyman hüdhüd kuşunun getirdiği bilgiler üzerine, güneşe tapan Sebeliler’in bir kadın olan hükümdarlarına yine hüdhüd vasıtasıyla bir mektup gönderir ve onları hak dine davet eder. Mektubu alan melike kavminin ileri gelenlerini toplar, Süleyman Peygamber’den besmele ile başlayan ve kendilerini tevhit dinine davet eden çok önemli bir mektup aldığını söyleyerek muhtevası hakkında onlara bilgi verir ve, “Ey ileri gelenler, vereceğim karar hakkında fikrinizi açıklayın; sizin görüşünüzü almadan kesin bir emir vermek istemiyorum!” der. Onlar da güçlü ve kuvvetli olduklarını, istediği emri verebileceğini söyler. Melike hükümdarların girdikleri yerleri tahrip edip güçlüleri zelil kıldıklarını hatırlatarak meseleyi barışçı yoldan halletmek niyetinde olduğunu bildirir ve Hz. Süleyman’a açık ve olumlu bir cevap yerine bazı hediyeler gönderir. Bu duruma öfkelenen Süleyman Belkıs’ın hediyelerini elçileriyle birlikte geri yollar ve onu üzerine yürümekle ikaz eder. Sonunda Hz. Süleyman’ın bizzat ziyaretine gitmek zorunda kalan melike, onun gerçek bir peygamber olduğunu anlar ve daha önce yanlış yolda bulunduğunu itiraf ederek tevhit dinini kabul eder.
BELKIS BİLLUR DÖŞEMEYİ SU ZANNEDİYOR
Kıssanın Kur’an’daki ayrıntıları arasında yer alan, Sebe melikesi yolda iken tahtının bir anda Hz. Süleyman’ın huzuruna getirilmesi, melikenin geldiğinde tahtını tanıyarak hak dini benimsemesi ve saraya girerken eteklerini toplaması motifleri Ahd-i Atik’te bulunmamaktadır. Bu motifler bazı İslami rivayetlerle bu rivayetlere büyük benzerlik gösteren Ahd-i Atik’in Ester kitabının Aramice şerhinde (Targum Şeni) çeşitli biçimlerde açıklanmakta ve ayrıca hikayeye Kur’an’da olmayan pek çok eklemeler de yapılmaktadır. Bu ekleme ve ayrıntılara göre annesi peri kızı, babası cin olan Belkıs’ın bacaklarında tüyler bulunduğu söylenmektedir. Hz. Süleyman bu söylentinin doğruluk derecesini anlayabilmek için sarayının avlusunu altından sular akan billur bir döşeme ile kaplatır. Belkıs saraya girerken sudan geçeceğini sanarak eteklerini kaldırır, böylece bacaklarının tüysüz olduğu görülür. Bu motifin yorumu ise Hz. Süleyman’ın Belkıs’a gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırt edemediğini göstermesidir. İslamiyet’in çıkışından sonra yazıldığı kabul edilen bu kitaptaki hikayenin İslami rivayetlere benzerlik göstermesi onlardan etkilenmiş olduğu şeklinde yorumlanmaktadır.
HABEŞ EFSANESİNE GÖRE HZ. SÜLEYMAN İLE EVLENİYOR
Hz. Süleyman ve Sebe melikesi hikayesinin en değişik şekli Habeş efsanesi Kebra Nagest’te (kralların zaferi) yer almaktadır. Efsaneye göre adı Makeda olan Sebe melikesi Süleyman’la evlenmekte ve Habeş hanedanı onların çocukları olan I. Menelik ile başlamaktadır. Tarihi belgelere dayanarak Belkıs’ın kimliğini ortaya çıkarmak mümkün değildir. Hz. Süleyman devrine (m.ö. 972-932) ait İsrail Krallığı’nın veya o dönemle çağdaş komşu ülkelerin yazılı belgelerinde böyle bir şahsiyete rastlanmamaktadır. Yalnız Asur kralları III. Tiglathpileser (m.ö. 745-727) ile II. Sargon’un (m.ö. 722-705] yıllıklarında Zabibi, Samsi ve Taalhum adlı üç Arap kraliçesinden bahsedilmekte ve buradan Araplar arasında kadın hükümdarlar tarafından yönetilmenin bir gelenek olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü Eskiçağ Ön Asya devletlerinde sayısı sınırlı olan kadın hükümdarlardan yalnız bu üçü aynı toplumda ve birbirine bu kadar yakın tarihlerde hüküm sürmüşlerdir.
SEBE YEMEN’DE HÜKÜM SÜREN BİR DEVLET
Sebeliler ise bugünkü Yemen’de yaşayan bir Arap kavmidir. Buna göre sadece, Belkıs’ın milattan önce 10. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemek mümkündür. Ancak kraliçesi olduğu Arap kavminin Sebeliler mi, yoksa onlardan daha önce aynı bölgede yaşayan Mainliler mi (Minalılar) olduğuna kesin karar vermek imkan dahilinde değildir. Çünkü mevcut arkeolojik belgelere göre Sebe Devleti’nin tarihi milâttan önce VIII. yüzyıldan daha eskiye gitmemektedir. Bu devletin kurulmasından önce ise Sebe bölgesinde, tarihleri milattan önce II. binyılın ortalarına kadar giden Mainliler yaşamışlardır. Mevcut belgelere göre Mainliler’in ne zaman yıkılıp Sebeliler’in ne zaman kuruldukları kesin olarak tespit edilememektedir ve Mainliler’in son çağlarıyla Sebeliler’in ilk çağlan birbirine karışmış vaziyettedir. Bu durumda ise Hz. Süleyman’la çağdaş bir Sebe kraliçesine ait somut belgelerin ele geçmemiş olması onun yaşamadığını ispatlayamaz ve buna dayanarak efsanenin tarihi gerçeğe uymadığı iddia edilemez. Çünkü ortada tespit edilmiş bir tarihi gerçek bulunmadığı gibi kraliçenin Mainliler’in hükümdarı olması, fakat Ahd-i Atık ile Kur’an-ı Kerim’de Sebe bölgesine nispet edilerek anılması da mümkündür.
SEYEHATNAMEDE DE GEÇİYOR
Belkıs Türk ve diğer İslam edebiyatlarında çok sevilen bir motif olmuş, gerek şahsı gerekse Hz. Süleyman’la olduğuna inanılan duygusal ilişkisi çeşitli biçimlerde işlenmiştir. Belkıs’ın Müslüman halk arasında çok tanınmış bir şahsiyet haline gelmesinin bir sonucu olarak da bütün Ön Asya’nın pek çok yerindeki çeşitli tarihi harabelere Belkıs Sarayı adı verilmiştir ki Evliya Çelebi bu harabelerden birçoğunun yerini bildirmektedir.
TÜRK EDEBİYATINA MALZEME OLUYOR
Belkıs divan edebiyatında, Hz. Süleyman’la ilgili türlü rivayetlerdeki çeşitli motiflere dayanılarak işlenmiştir. Kıssada adları geçen Hz. Süleyman, veziri Asaf ve su ararken Belkıs’ın ülkesini bulan hüdhüd gibi diğer kahramanlarla Belkıs’ın ülkesi Sebe, tahtı, Hz. Süleyman’ın mührü) ve Belkıs’a gönderilen mektup kelimeleri arasında değişik ilişkiler kurulmuş ve bu ilişkiler çeşitli telmih, teşbih, tevriye, istiare ve tenasüplere konu edilmiştir. Bu şekildeki kullanılışlar arasında karakteristik örnekler olarak şu beyitler gösterilebilir: Nâbinin, “Ey nâme sen ol mehlikâdan mı gelirsin / Ey hüdhüd-i ümmîd Sabâ’dan mı gelirsin” beytinde aşıkın Hz. Süleyman’a ve sevgilinin Belkıs’a benzetilmesi yanında hüdhüdün Sebe ülkesindeki Belkis’tan Hz. Süleyman’a haber getirmesine telmih vardır.
ŞİİRLERDE ŞÖYLE KULLANILIYOR
Süleyman Fehîm’in, “Bize arz-ı cemâl etmez mi Belkîs-ı emel âhir / Fehîmâ hâtem-i dâğı mahabbette Süleymânız” beytinde, aşk ateşinin mührüyle dağlanmış (yüreğinde kızgın aşk mührünün yanık İzini taşıyan) kendini, “Mühür kimdeyse Süleyman odur” sözünden hareket ederek Hz. Süleyman’a benzeten aşık Belkıs’ının (hayalindeki Belkıs’ın, henüz aşkına cevap vermeyen sevdiğinin) en sonunda yüzünü göstereceğinden (Belkıs’ın sonunda Hz, Süleyman’a gelmesi gibi onun da kendisine geleceğinden) umudunu kesmediğini dile getirmektedir. Ayrıca burada şair, taşıdığı mührün (aşkın) kudretinin sevgilisini bir gün mutlaka kendisine getireceğine inandığını da ima etmektedir. Çünkü Süleyman’la beraber anılan hâtem aynı zamanda kudret sembolüdür ve sahip olduğu hâtemle (mühr-i Süleyman) rüzgara hükmeden Hz. Süleyman Belkıs’ı tahtıyla beraber huzuruna getirtmiştir. Enderunlu Vâsıf in, “Hüdhüd gibi peyâm-ı bahâr-ı visal ile / Pervâz-ı şevk edip geliyor ez-Sabâ sabâ” (sabâ rüzgârı Belkıs’ın vuslat haberiyle hüdhüd gibi Sabâ’dan havalanıp gelmektedir) beytinde ifade edildiği gibi Belkıs’ın haberini Hz. Süleyman’a ulaştıran bâd-ı sabâ daima aşıka da sevgilisinin haberini getirir. Şairler kendilerini veya şiirlerini övmek için de Hz. Süleyman ile Belkıs efsanesinden faydalanırlar. Şiir ülkesinin Süleyman’ı olan şair tahtını Belkıs’ın arşı veya hayalinin Belkıs’ını arşı taşıyan melek olarak görür. Nazîm’in, “Hüdhüd-i nutkumu bâğ-ı sühânımda görse/Ola zindan dil-i Belkîs’a çemenzâr-ı Sabâ” beyti bu düşünceyi ifade eder.
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.