Fethi Gemuhluoğlu kimdir, nereli?

Fethi Gemuhluoğlu kimdir, nereli?

Fethi Gemuhluoğlu kimdir, nereli, hangi dönem yaşadı, hangi görevlerde bulundu, eserleri hangi yayın organlarında yayımlandı, mezarı nerede, Necip Fazıl, Ahmet Kabaklı, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan gibi pek çok ünlü isim ardından ne dedi?

Milliyetçi muhafazakar kesimin duayen isimlerinden Fethi Gemuhluoğlu’nun hayatını sizler için derledik... 

Fethi Gemuhluoğlu kimdir, nereli, hangi dönem yaşadı, hangi görevlerde bulundu, eserleri hangi yayın organlarında yayımlandı, mezarı nerede, Necip Fazıl, Ahmet Kabaklı, Cahit Zarifoğlu, Akif İnan gibi pek çok ünlü isim ardından ne dedi? 

İşte cevabı:

1923’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Haydarpaşa Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenim gördü. Fethi Gemuhluoğlu, İstanbul’da çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. 1955-63 yılları arasında Spor ve Sergi Sarayı Müdürlüğü vazifesinde bulundu. Bir müddet Almanya’da kaldıktan sonra yurda dönüşünde Milli Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü ve Türkiye Odalar Birliği Basın Müşavirliği; 1970-77 yılları arasında Türk Petrol Vakfı Genel Sekreterliği yaptı. Milletine ve dinine bağlı pek çok gencin yetişmesinde emeği geçti. Geniş bir aydın-yazar kitlesi, özel sohbetlerinde yansıttığı zengin kültüründen ve derin görüşlerinden faydalandı. 5 Ekim 1977 tarihinde vefat etti. Kabri İstanbul Göztepe’deki Sahray-ı Cedit Mezarlığındadır.

BİRLEŞTİRİCİ, BÜTÜNLEŞTİRİCİ BİR ŞAHSİYET

Fethi Gemuhluoğlu'nun sahip olduğu sağlam karakteri, toplumu bütün olarak ele alan bütünleştirici tutumu ve herkese sevgiyle yaklaşımından dolayı etrafında aydın bir çevre oluşturarak, entelektüel, bilim ve fikir sevdalısı olan, okuyan ve düşünen bir ilim halkası oluşturmayı başardı. Sahip olduğu zarif İstanbul Türkçesiyle yaptığı konuşma, mektup ve makalelerinde iman, aşk, emek, hürriyet, güzel ahlak, çalışkanlık gibi değerlerin savunucusu olan Gemuhluoğlu, döneminin yüksek öğrenim gençliğine bu değerleri aşıladı. "Dostluğun adresi" olarak vasıflandırılan Gemuhluoğlu, bulunduğu bütün görevlerde, batılılaşmanın Türk toplumunda meydana getirdiği tahribatın onarılması için büyük çaba sarf etti.

ŞÖHRETTEN VE RİYADAN UZAK DURDU

Gemuhluoğlu'nun fikirlerini işlediği yazıları Serdengeçti, Yeşilada, Arapgir Postası, Türk Yurdu, Düşünen Adam Mecmuası, Yeni Sabah, Göldağı gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. Yazılarında ele aldığı konuları hayatın içinden seçen usta yazar, makalelerinde, büyük şehirlere göçün gelecekte doğuracağı tehlikeleri, Macar hürriyet savaşçılarını, mazlum ve masum milletlerin bağımsızlığını, İslam ülkelerinin birbirine yakınlaşmasının önemini, Müslümanların birbirlerini tenkit etmesinin yanlışlığını incelikle işledi. Sanattan siyasete, ahlaktan eğitim ve tarihi meselelere kadar hemen her konuda yazılar yazan Gemuhluoğlu'nun şahsiyetini oluşturan temel unsurlardan biri de tasavvuf oldu. Gemuhluoğlu, hayatı boyunca tasavvufun riya ve şöhretten uzak durmayı telkin eden anlayışına bağlı kalarak, birbirinden uzak çevrelerden edindiği çok sayıda dostuna hiçbir çıkar endişesi gözetmeden yaklaşmanın ve insanlık adına çalışmanın önemini telkin etti.

DOST EHLİ GÖNÜL ADAMIYDI

Konuşmalarında, makale ve mektuplarında sevgi ve dostluk kavramları üzerinde titizlikle duran Fethi Gemuhluoğlu, bunların ölçüsünün insana ve İslam'a hizmet etmek olduğunu, sevginin hiçbir karşılığının bulunmadığını, insan hayatının aşk ve dostluk üzerine kurulduğunu ifade etti. İnsanın iyi tarafını öne çıkarmanın ancak sevgi ve dostlukla mümkün olduğunu her fırsatta dile getirmeyi şiar edinen Gemuhluoğlu'na göre aşk, insanın katı yanlarını yumuşatarak, yaşanan zorluklara ve sancılı hayat serüveninde tevekkül ehli olmak için gerekli olan sükunet duygusunu edinmek ve bir esneklik kazandırması yönünde büyük önem taşıdı. Bazı sohbet, mektup, hatıra ve yazıları ve vefatından sonra hakkında yazılanların bir kısmı, "Dostluk Üzerine" isimli kitapta toplandı. Bu eserde yer alan bir sohbeti ise daha sonra "Dostluğa Dair" adıyla ayrıca yayımlandı.

fethi-gemuhluoglu.jpg

Ardından ne dediler?

NECİP FAZIL KISAKÜREK: Fethi Gemuhluoğlu öldü. Onu meydan yeri tanımaz. Fakat meydan yerinin tanıdığı politikacılar, muharrirler, fikirciler hususiyle “sağ” yaftasının belirttiği çerçeve içindekiler çok iyi tanır. “Babıâli” kitabımda özleştirmeye çalıştığım gibi, Fethi Gemuhluoğlu, harp meydanında görünmeyen, fakat ateş hattındakilere sakalık eden, nakliye ve levazım kollarına yön veren, hususi çevrelerde mayası halis bir gençlik yoğuran, gönlü tasavvuf kokusuyla ıtırlı ve dili en murassa Osmanlıca zarfı içinde İslamî zevk mazrufiyle nakışlı, son turfanda bir tipti. 

ERGUN GÖZE: Gittikçe karanlıklaşan maddileşen asrımızda O güzelin, iyinin doğrunun insan için, insanlık için takipçisi idi. Ve tabii kalbi baştan başa hicranla dolu idi.. Dilimize, dinimize, tarihimize karşı işlenen her suç, önce O’nun kalbini yaralıyordu... Bütün Türkiye’de her kademeden ve her çevreden hayranları olan “Fethi Ağabey”in mesleği ne idi? Arapgir’in Gemhu köyüne dayanan bir Türkmen ailesinin çocuğu olan ve daima “İslâm milletindenim” diyen Fethi Ağabey’in asıl mesleğini ben söyleyeyim. O, insan mühendisi idi. Statiği, dinamiği ve bilhassa iç mimarisi ile şantiyesi, bir kahve masası, bir ziyafet odası ve son yıllarda başında bulunduğu vakıf idi. Kendisini de başında bulunduğu vakfa vakfetmişti... Anadolu kadar garip, Anadolu kadar zengin. Anadolu kadar verici. Anadolu kadar güzel. Anadolu kadar itilmiş bir içli ve zarif insan, bu vatanın, bu vatanın insanlarının dostu, hemderdi, âşık-şeydâsı idi. 

PROF. DR. SÜLEYMAN YALÇIN: Gemuhluoğlu, üstad Necip Fazıl Kısakürek’in tabiri el, ön hatta çıkmayan fakat bu safın her mücahit kişisine fikir suyu taşıyan bir saka idi. Sadece fikir değil. Sevgi ve ahlâk da taşıyan müstesna bir şahsiyet idi. Gemuhluoğlu, benim neslimin yani bugün Türkiye’nin kaderinde söz sahibi olanların 50 ilâ 60 yaşları arasında hayat sürenlerin çok nâdir belki bir daha bulunmaz bir örneğidir.” 

PROF. DR. MUHARREM ERGİN: Fethi -bir Azeri sözü vardır- meclislerin görkemi idi. Yani meclislerin süsü idi. Bulunduğu yerde, bulunduğu bir toplulukta hiç kimse Fethi’den daha üstün değildi, olmuyordu ve bulunduğu her yerde mutlaka, konuşmasa dahi, o mânâlı sükutu ile dahi, muhakkak meclisin, oradaki mekânın merkezini fethi teşkil ederdi. Bu itibarla Fethi’li dünya tadı tuzu olan bir dünya idi. Fethi kendisi ile beraber yaşanması güzel olan bir insandı ve Fethisiz dünya gerçekten artık fethili olduğu kadar güzel bir dünya değildir aziz dostlarımız...

AHMET KABAKLI:

Huma kuşu yücelerden seslenir 
 Sen ağlama elâ gözler ıslanır... 
Fethi Ağabey’in ardından çok gözler ıslandı. Gerçekten de masallarımızı, hayallerimizi süsleyen “Huma Kuşu” gibi, gölgesi ve ruhaniyeti, “üstümüze düşsün” diye beklenen bir efsane yaratığına benziyordu. O öyle bir “muhabbet” idi ki, sizin iyiliğinizi ve bahtınızı mutlaka düşünmekte idi. Kırıkları tatlı sözle onarmayı, “hastalıkları” sevgiyle tedavi etmeyi en iyi bilen, onu gördüm. Kimde memleket için bir iyilik ümidi, bir çare, ilim bilgi, sanat, cesaret görebilirse onun yanında idi. Ferah günlerinizi, mutluluk ve eğlencelerinizi size bırakırdı. Ama bir yanınız kırıldı mı, bir haksızlığa uğradınız mı, ülkeye hizmet etme imkanınız bir tehlike geçirdi mi o mutlaka kendini feda edercesine ortaya çıkar, her şeyi düzeltinceye kadar çırpınır, sonra her teşekkürden rahatsız olurcasına kenara çekilirdi. 

RASİM ÖZDENÖREN: Çok renkli, çok yönlü bir kişilik sahibiydi. Sessiz, fakat derin ve etkili bir eylem adamıydı. Tanıdığı bir kimsenin, sonuna kadar peşini bırakmaz, ilgiyi kesmezdi. Bu, onun bir yanıyla vefa duygusu ile ilgiliyse bir yanıyla da sürdürdüğü eylemin ayrılmaz bir parçasıydı... Bir gönül adamıydı. Unutulmaz bir sohbet adamıydı. Onun sohbetlerinde, hem fikirlerle donanır, hem bir ermiş adam halini yaşar, hem dava bilincinizin keskinleştiğini hissedersiniz. Bir dervişti Fethi Ağabey, yaşadığı ruh hali, hemen sohbet ettiği topluluğa sirayet ederdi. Sevdiklerini Allah rızası için ve yüzlerine karşı eleştirir, sarsardı.” 

AHMET AYDIN BOLAK: Fethi Gemuhluoğlu, Türk nesilleri arasında gönül bağını sağlayan ve geçmişimizden aldığı coşkun iman ve sevgi duygularını geleceğe aktaran, aşılayan his ve iman ehlinden bir ehl-i beyt âşıkı idi. Yüce dağların doruklarından kaynayıp, saf, berrak, pırıl pırıl ve çağlayarak ulaşan kaynak suları gibi, heyecanı sükûnete ve enginliğe dönebilen erenlerdendi.. Çocukluğunu yaşadığı, anasını gömdüğü, “Göztepe”den kâinatı seyredebilecek kadar, yaratılanı, yaradandan ötürü severdi. Gülde kâinatı görebilirdi. 

CAHİT ATASOY: Fethi Ağabey’in gönlünde vatanı yatıyordu. Bizim insanlarımız vardı. O geçmişimizin, bugünümüzün haline yanıyor, yakılıyordu. Rumeli türkülerinin söylendiği bir konserde, “Biz bu türküleri söylemeye lâyık değiliz, utanmamız lâzım” diye haykırmıştı. 

PROF. DR. FARUK KADRİ TİMURTAŞ: Daha genç yaştayken fazla heyecanlı, adeta kınından çekilmiş bir kılıç gibiydi zaman zaman. Fakat bu heyecanlı tutumuna rağmen daima birleştirici bir yönü vardı. Birinde vatan sevgisi, millet sevgisi, Allah sevgisi gördüğü takdirde onun elinden tutardı. 

TEKİN ERER: Fethi milliyetçi gençliğin öncülüğünden hiç ayrılmaksızın sonraları tam bir filozof gibiydi. Ben onu milattan önce 4’nücü asırda yaşamış Sokrat’a benzetirim. Bilindiği gibi Sokrat’ın tek eseri yoktur. Ama 2300 yıldan beri insanlık aleminin en gözde filozofudur. Fethi Gemuhluoğlu’nun da yazılı bir felsefesi yoktur. Fakat tıpkı Sokrat gibi “Dünyada kötü insanı cemiyet yaratır, cemiyeti düzeltmek gerekir” felsefesinin inancı içindeydi. Sağlam milliyetçi ve dinine yürekten bağlı bir kişiydi.” 

TAHİR KUTSİ MAKAL: Yiğitliğin, mertliğin, iyi yürekliliğin, samimiyetin kale duvarı gibi durduğu halk edebiyatını sever, ona önem verilmesini isterdi. Halk türkülerimizi, can alıcı-hayat verici bulurdu. Halk ozanının “Mezarımı yol üstüne kazsınlar/ Yar geçerken belki bana can gelir” deyişindeki engin anlamı tespit ettiği yazısının bir yerinde şöyle diyordu: 

“Önce sevgiliye, sonra, onunla bir ve beraber kemal halinde asıl sevgiye kavuşmadıkça, gönlümüzün kavgası dinmeyecek, dur-durak bilmeyecektir.” 

Gönlün ve kafanın, duygunun ve düşüncesinin kavgası... 

METİN ERİŞ: Onda konuşmak, öfke, hırçınlık ve şikâyetler hep ezelden ebede bir uzantı, bir akıştı ve daima yüreğinde çağıl çağıl çağlayan milli bir sevgiyi yansıtmaktaydı. Bazen ve hatta sık sık öfkelenir, sert konuşur, karşısındakinin kalbini kırmaktan çekinmezdi. Ama bu sertlikte, bir dostun bir ağabeyin ve hatta bir babanın evladına daha iyi olması için duyduğu hassasiyeti derhal hissedebilirdiniz. Onun her şeyi kendinden başka herşeyi affetmeye hazır, yürek dolusu sevgisiyle milliyetçi gençlere eğilişini titremeden ve gözleriniz yaşarmadan düşünebilmek mümkün mü?” 

CAHİT ZARİFOĞLU: Fethi Ağabey gitti. Hepimize bir kalbimiz bulunduğunu, gözü yaşlı olmak gerektiğini anlatarak gitti. İki üç saat süren sohbetlerinden sonra, gafletimizin derinliklerinden çıkarıp, kalbimizin ve omuzlarımızın üzerine koyduğu sorumluluğumuzun tahammül edilmez ağırlığı ve hüznü içerisinde evlerimize dağılırdık. Bir mahalleye imam olmuşsak, kısa süre sona o mahallenin bakkalı, manavı terazi hakkını korumaya başlıyor muydu, başlamıyor muydu? Bir yere memur olmuşsak o memuriyetin ehli miydik, değil miydik, mesai arkadaşlarımız bir süre sonra dillerinden küfürleri bırakıyor, kadın, içki, kumar kelimelerini yanımızda ağızlarına almaya korkuyorlar mıydı, korkmuyorlar mıydı?.. Bunlardı mesele. Girdikleri her yerde, ahlâksızlığı, çürümeyi, yabancılaşmayı, kalp katılığını zapt altına alabilecek insanları bu şahsiyet noktasına getirebilecek yegane unsur olan İslâm’ın, bizden uzak, yaşamadığımız, kabuğun altındaki o büyüleyici parıltılarını birbiri ardına önümüze boşaltıyor, içimizin bilmediğimiz o kederli açlığını ayaklandırıyor, bir kaç gün çöllere düşmüş gibi yalnızlık çekiyorduk. 

MEHMET AKİF İNAN: Vakit erişip, dâvet gelince, varıp huzura yetti. İşte bu misafirhanede bir er kişi olarak dolanırdı. Yarım asrı biraz aşan bu müddeti içinde, hep cihat eylemiştir. Binlerce mü’min gencin önünde o durdu dağlar gibi; yol gösterdi, erzak taşıdı, savaş öğretti. Hepimizin kursağında ekmeği vardır, hepimizin içinde kök saldırdığı bir ışık ağacı var. Kelâmın en zarifini, edebin en kâmilini siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısını, onun aziz varlığında erimiş bulurduk.” 

ABDULLAH UÇMAN: Tasavvuftan iktisada, siyasetten dış Türklere, Türk tarih ve Türk kültüründen, memleketimizin enerji kaynaklarına kadar bilgi sahibiydi.. Bu bilgiyi birçok tecrübelerden sonra edinmişti. Fethi Ağabey’in kendine has bir zarafet ve inceliği vardı. İslâm dininin estetik bir anlayışı da beraberinde getirdiğini adım başı tekrarlardı... Çocukları saydığı bizlerden çok şey bekliyordu. “Cebinizde kalan son lirayla simit alıp da karnınızı doyurmayın, gidin onunla bir film yahut bir tiyatro seyredin!” derdi. İlk tanıştığı birine ilk önce sorduğu soru: “Sen hiç âşık oldun mu?” sorusuydu. Onun bu klâsik sorusundaki aşk kavramı altında bambaşka bir aşk, ilâhi bir aşk vardı. 

ALİ GÖÇER: Fethi Gemuhluoğlu bir öncü kişiydi. Osmanlı’nın kuruluş aşamasında sınırda engelleri temizleyerek arkadan gelecek orduya yol açan akıncıların, kimbilir belki de yanlışlıkla XX. Yüzyıla düşmüş bir örneğiydi. O, yok edilen bir uygarlığın yıkıntıları arasından ayağa kalkmış, yaralılara su yetiştirmek için çırpınan, bulabildği ve canlılık emaresi gösteren ufacık bir insan sıcaklığına bile sıkıca sarılan, soğuyan bedenlere soluğunu üfleyerek hayat vermeye çalışan bir aziz kişiydi.

ESERİ:

Sohbetlerinden bir kısmı 1988’de Dostluğa Dair adıyla neşredildi.

 

Gazeteilksayfa.com


 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.