Bişr-i Hafi kimdir? Nafile Hac mı, fakire yardım mı; hangisi daha ehven?
Nafile Hac mı, fakire yardım mı; hangisi daha ehven? Bişr-i Hafi kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemde yaşadı, Müslümanlara hangi nasihatleri verdi, Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmet Bin Hanbel ile yolları nasıl kesişti, türbesi nerede?
Ünlü Mutasavvıf Bişr-i Hafi’nin yaşam öyküsünü sizler için derledik…
Nafile Hac mı, fakire yardım mı; hangisi daha ehven? Bişr-i Hafi kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemde yaşadı, kimlerden ders aldı, Müslümanlara hangi nasihatleri verdi, Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmet Bin Hanbel ile yolları nasıl kesişti, türbesi nerede?
İşte cevabı:
Bişr-i Hafi’nin asıl adı Bişr bin Haris Abdurrahmân Hafî’dir. Büyük alimlerden olan Bişr-i Hafi’nin künyesi Ebu Nasr’dır. Merv’in Bekird bölgesinde 767 yılında doğdu. 841 yılında Bağdat’ta vefat etti. Türbesi Bağdat’tadır. Bişr-i Hafî, devrinin önde gelen alimlerinden ilim öğrendi. Yedi sandık dolusu hadis kitabını ezberledi. Hadis, Fıkıh ve Tasavvuf ilminde üstün bir dereceye yükseldi. İbrahim Sa’d, Abdurrahman bin Zeyd bin Eşlem, Hammad bin Zeyd, Şüreyk bin Abdullah, Muafa bin İmran Musuli, Abdullah bin Mübarek gibi meşhur hocalardan ders aldı. Kendisinden ilim ve ders öğrenen zatlar ise şunlardır: Nuaym bin Heydam, İbrahim bin Haşim bin Muskan, Sırrı-yi Sekati, İbrahim bin Hani Nişâburi’dir.
AHMET BİN HANBEL İLE TEŞRİKİ MESAİ
Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hafî’yi çok sever, devamlı yanına giderdi. Talebeleri; “Siz alimsiniz, Hadiste, fıkıhta, ictihatta ve bütün ilimlerde eşiniz yoktur. Niye Bişr-i Hafî gibi birini sık sık ziyaret ediyorsunuz?” dediklerinde; “Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim. Fakat o, kalp ilimlerini benden iyi bilir” derdi.
ÜSTÜN MAKAMIN SIRRI: AZ YEMEK VE AZ GÜLMEK
Bişr-i Hafî’ye, bu ilime, yüksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında; “Az yemekle” deyip, “Yiyip gülen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz” buyurdu. Şüphelilerden son derece sakınırdı. Konuştuğu zaman etrafa ilim, ahlak, hikmet kokuları yayılır ve bunu herkes kalbinin derinliklerinde hissederdi.
FAKİRE YARDIM YÜZ NAFİLE HACDAN DAHA EVLA
Ebû Nasr Temrhâr şöyle anlatıyor: “İkinci defa hacca gideceklerden biri, Bişr-i Hafî’ye vedaya geldi. Ona; “Ben hacca gidiyorum, bir emriniz var mı?” dedi. Bişr-i Hafî; “Ne kadar harçlığın var?” diye sorunca; “İki bin dirhem harçlığım var” dedi. Bişr-i Hafî; “Hacca gitmekle zühdü mü, Kabe’ye olan aşkını mı, veya, Allah rızasını mı kastediyorsun?” diye tekrar sorunca, adam; “Allah rızasını kastediyorum” dedi. Bişr-i Hafî; “O halde evinde dururken Allah’ın rızasını kazandıracak bir şeyi söylersem, yapar mısın?” dedi. O zat “Evet yaparım” karşılığını verdi. Bunun üzerine; “O halde sen bu iki bin dirhemi, borcunu ödeyemeyen bir fakire, yiyeceği olmayan bir yoksula, nüfusu kalabalık, geçimi dar olan bir aileye, yetimi sevindiren bir yetim bakıcısına ve bunlar gibi on kişiye yirmişer dirhem ve hatta istersen hepsini bunlardan birine ver. Zira Müslümanı sevindirmek, düşkünlere el uzatmak, sıkıntıyı gidermek ve zayıflara yardım etmek, nafile yapılan yüz hacdan daha sevaptır. Kalk da dediğim gibi yap. Şayet böyle yapmak istemiyorsan, bana kalbindekini söyle” dedi. Vedaya gelen; “Doğrusu kalbimde hacca gitmek tarafı kuvvetlidir” deyince, Bişr-i Hafi gülümseyerek, adama döndü ve; “Servet, şüpheli şeylerden kazanıldığı takdirde, nefis, kendi arzularından birinin yerine getirilmesini ve salih ameller yaptığını göstermek ister. Halbuki, Allahü Teâlâ, yalnız müttekilerin amelini kabul eder” dedi.
ÖLDÜĞÜNDE BİR GÖMLEĞİ DAHİ YOKTU
Abbas bin Dehkam şöyle anlatıyor: “Dünyâya geldiği gibi ölen tek insan Bişr-i Hafî’dir. Dünyaya malsız geldi ve malı olmadan gitti. Ölüm döşeğinde yattığı sırada; biri ondan bir şey istedi. Bir gömleği vardı. Onu da çıkarıp, isteyene verdi, bir başka kimseden ödünç gömlek aldı ve o şekilde öldü. Yani öldüğünde bir gömleği de yoktu.”
HARAMDAN VE ŞÖHRETTEN SAKIN
Adamın biri Bişr-i Hafî’ye gelip; “Bana nasihat et” dedi. Bişr-i Hafi de; “Şöhretten ve haramdan sakın, helâl lokma yemeğe gayret et” dedi. Bişr-i Hafi, bir gün kabristandan geçiyordu. Kendisine mezardakilerin, kabirleri üzerinde bir şeyi paylaştıkları gösterildi. “Ya Rabbi! Bunların ne yaptıklarını bana bildir?” dedi. “Git kendilerine sor” diye bir ses duydu. Gidip sorunca; “Bir hafta önce, bir kimse üç İhlâs-ı şerif okuyup bize gönderdi. O günden beri onun sevabını taksim etmeye çalışıyoruz, daha bitiremedik” dediler.
Bişr-i Hafi hazretleri hayatta olduğu süre içinde, Bağdat’taki hayvanlar, yalın ayak gezdiği için onun hürmetine yolda pislemezlerdi. Birisinin hayvanı bir gece yola pisledi. Bunu görünce üzülerek “demek ki Bişr-i Hafi öldü” dedi. Baktılar ki gerçekten vefat etmiş. Vefat ettiğinde cenazesini evden sabah çıkardılar. Fakat o kadar çok kalabalık vardı ki, ancak kabristana gece varabildiler. Kendisini rüyada görüp; “Allahü Teâlâ sana ne muamele etti?” diye sorduklarında; “Benim cenazemde bulunanı ve kıyamete kadar beni seveni affeyledi” buyurdu.
ÖNEMLİ SÖZLERİ:
En zor üç iş vardır. Darlıkta cömert olmak, kimsenin görmediği yerlerde de haram ve şüphelileri yapmamak, korktuğunuzun yanında doğruyu söylemekten çekinmemek.
Dua, günahları terk etmektir.
Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapmak için, eziyetlere sabretmek gerekir.
Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen değil; hayrı gördüğünde ona tabi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınandır.
Kendisiyle amel etmediğin şeyi bırakman daha iyidir. İlim, amel etmektir. Allahü Teâlâ’ya itaat ettiğin zaman sana öğretir. Eğer isyan edersen öğretmez. İlim, âlimlerin ihtiyaç malzemesidir.
Ölümü hatırladığın zaman, dünyanın güzelliği ve şehvetleri senden gider.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak; hayırlı insanlara sû-i zanda bulunmaya sebep olur.
Kişi gadabını yenmedikçe, takva sahibi olamaz.
Dünyada aziz olmak isteyen diline sahip olsun. Şahitlik yapmasın, imam olmasın, ziyafetlere katılmasın.
Sabır Allah-ü teala’yı kullara şikayet etmemektir.
İnsanlar arasında tanınmak isteyen ahiretin tadını alamaz.
Şöhreti seven Allah’tan korkmaz.
Övülmekten hoşlanmak ahmaklıktır.
Sabır susmaktır. Konuşan, susandan daha fazla vera sahibi olamaz.
Kötü insanlarla arkadaşlık yapan iyi kimselere sui zan eder.
Dün öldü, yarın doğmadı, bugün can çekişiyor. Sen bu anı değerlendir.
Topal bir karınca düşünün. Bir buğday için saatlerce uğraşır, didinir, tam yuvasının ağzına getirir ki taneyi kuş kapar.
Ölüm kuşu da böyledir. Kimse dünyadaki emeline kavuşamaz.
Kim insanların şeref ve haysiyetleriyle oynadığı halde (Allah’ın kendisini sevdiğini) iddia ederse, şüphesiz o bir yalancıdır. Çünkü o bir şeytandır. Şeytan ise Allahü Teâlâ’nın düşmanıdır.
Alimin sözü doğru, yediği helal ve dünya malına karşı sevgisi yok ise, zühdü çok olur. Ne yazık ki, bugün bu üç hasletten bir tanesini bile onların birinde göremiyoruz. Bu durumlarıyla onları nasıl sevelim ve nasıl yüz verelim. Bu vasıfları kendinde bulundurmayanlar, ilim sahibi olduklarını, nasıl söylerler. Onlar dünyaya sarılır, dünyayı birbirinden kıskanırlar. Dünyalık için birbirine haset ederler. Devlet adamlarının yanında birbirlerini çekiştirir ve gıybet ederler. Maksatları, ellerine geçen dünyalığı, başkalarına kaptırmamak ve fani şeyleri ellerinden kaçırmamaktır. Yazıklar olsun ey alimler! Siz peygamberlerin varisleriydiniz. İlmi alırken birçok vazifeler yüklendiniz. Şimdi bunları yapmıyorsunuz. İlminizi şeref vesilesi yapıp, onunla dünyalık kazanmaya bakıyorsunuz. Ahirette, Cehenneme ilk atılan zümre olmaktan nasıl korkmuyorsunuz, anlamıyorum.
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.