Beyazıt-ı Bistami kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemlerde yaşadı, türbesi nerede?

Beyazıt-ı Bistami kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemlerde yaşadı, türbesi nerede?

Beyazıt-ı Bistami kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemlerde yaşadı, tasavvuf silsilesi ve şeceresi nereye dayanıyor, kimlerden ders aldı, neden “Sultanu’l-arifin” diye anılıyordu, hangi mezhep ve tarikattandı, türbesi nerede bulunuyor?

Büyük veli, alimlerin sultanı Beyazıt-ı Bistami Hazretlerinin yaşam öyküsünü sizler için derledik:

Beyazıt-ı Bistami kimdir, asıl adı nedir, hangi dönemlerde yaşadı, tasavvuf silsilesi ve şeceresi nereye dayanıyor, kimlerden ders aldı, neden “Sultanu’l-arifin” diye anılıyordu, hangi mezhep ve tarikattandı, türbesi nerede bulunuyor?

İşte cevabı:

Beyazıt-ı Bistami 777 yılında İran’ın Horasan eyaletinde Bistam kasabasında dünyaya geldi. İmam Cafer-i Sadık hazretlerinden feyz aldı. Zahiri eğitimini ise, İmam Cafer-i Sadık hazretlerinin oğlu Musa Kazım’ın oğlu İmam Ali Rıza’nın yanında tamamladı. Böylece o, bir başka yolla da Selman-ı Farisi hazretlerine ulaşıyordu. Bistam’da 845 yılında, yetmiş üç yaşındayken vefat etti. Türbesi Bistam’da bulunmaktadır. Bayezid-i Bistami, sureti itibarıyla Hz. Ebu Bekir (r.a)’a benzerdi. Uzunca boylu, zayıf bedenli, beyaz tenliydi. Seyrek ve ak sakallı, çukurca gözlü idi. “Sultanu’l-arifin” diye anılırdı. 

ŞECERESİ

Adı Tayfur bin İsa, künyesi, Ebû Yezîd, nisbesi el-Bistami. “Bayezid Bistami” diye meşhurdur. Dedesinin Serûşan adlı bir mecusi olduğu rivayet edilir. Babası Nişabur civarındaki Bistam kasabasının ileri gelenlerinden iyi bir müslüman ve dindar bir insan. Annesi de son derece saliha bir hatun. Üç kardeştiler. Adem, Tayfur ve Ali. Üçü de abid ve zahiddi. Fakat Tayfur yani Beyezid içlerinde hal bakımından en üstün olanıydı.

ÜVEYSİ YOLLA TERBİYE

Bayezid Bistami, Ebû Hafs Haddâd, Ahmed Hadraveyh, Yahya bin Muâz ile çağdaş, Şakik Belhi, Zünnûn Mısrî ile dost ve arkadaştı. Mezhebi Hanefî, tarikatı Sıddıkî idi. Memleketi Bistam’dan ayrıldıktan sonra otuz yıl kadar Suriye ve Şam civarında dolaştı. İlimle uğraştı, nefsiyle savaştı. Bayezid, Ca’fer-i Sâdık’ın ruhaniyetinden “üveysi” yolla terbiye gördü.

7 DEFA SÜRDÜLER

Bayezid, cezbesi istiğraka, sevgisi aşka varan ve tevhid konusunda konuşan süflilerdendi. Kevakib sahibi Münavi’nin verdiği bilgiye göre, çağdaşları O’nun ilm-i tevhid ve ilm-i hakikata dair söylediklerini anlayamadıklarından çeşitli ithamlarda bulundular ve onu yedi defa memleketinden ayrılmaya mecbur bıraktılar. Fakat her defasında işleri bozuldu, başlarına belalar geldi. Bunun üzerine onun büyüklüğünü anlayarak hürmet göstermeye başladılar.
“Tevhid nedir?” diye soranlara şöyle cevap verirdi:

– Tevhid yakindir. Yakin ise mahlukatın her türlü hareketini Allah’ın fiili olarak bilmek ve ef’alinde O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsan Rabbını tanıyıp bu tanıma duygusunda istikrara erince tevhide erer. Bunun anlamı fiillerinde O’nun hiç bir ortağı yoktur, demektir.

Bu anlayış sebebiyle o şöyle münacatta bulunurdu: “Ya Rabb, benliğimi aradan çıkar, ben seninle oldukça en büyük benim. Nefsimle oldukça en küçük benim.”

MÜRŞİDLİK SIFATI

Mürşid olacak kimseyi tanımak için şöyle bir ölçü koymuştu: “Kendisine gökyüzünde uçma veya bağdaş kurma kerameti verilen kimseye hemen kalkıp aldanıvermeyin. Önce onun emir ve nehiy çizgisindeki yerine, şer’i hududa riayetteki durumuna bakın.”

KERAMETLERİNİ ANLATMAZDI

Beyazıd-ı Bistami Hazretleri, keramet izharından kaçınır ve bunun kendisi için manevi düşüşe vesile olmasından korkardı. Şöyle anlatırdı: Bir gün Dicle kenarına vardım, nehrin iki yakası bana yol vermek için birleşti. Ben yemin ederek “Buna aldanmam” dedim. Çünkü, halkın yarım akçeye geçtiği yoldan otuz yıllık amelimi zayi ederek geçmek istemezdim. Bana Kerim lazım, keramet değil.

Halkın hali ve ariflerin ahvali arasındaki farkı şöyle belirtirdi: “Halkın ahvali vardır, fakat arifin bir tek hali bile yoktur. Çünkü arifler suretten geçmiş, sirete yönelmiş ve onların varlıkları Hakk’ın varlığında fena bulmuştur. İnsanların Allah’a en yakın olanları insanlara en müşfik olanlarıdır.

Zahidlerin dünyadaki arzusu keramet, ahiretteki istekleri makamat, ariflerin dünyadaki istekleri imanla yaşamak, ahiretteki temennileri afv-ı İlahi’ye kavuşmaktı.

Sordular:

– Namazı nasıl kılıyorsun? Şöyle karşılık verdi:

– Buyur ya Rabbi, emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyorum, diyerek namaza başlarım. Tertip üzere Fatiha ve zamm-ı sureleri okurum, tazim ile rükua varır, tevazu ile yere kapanıp secde ederim. Veda selamı gibi selam verip namazımı huşu ile tamamlarım.

bey.jpg

FIKIH BİLGİSİ

Bayezid-i Bistami bir gün camide fıkıh okutan bir alimin ders halkasına katıldı. O sırada biri geldi ve fakihe bir “feraiz” meselesi sordu: “Biri öldü, geride şu şu malları ve şu şu akrabaları kaldı. Bunun mirasını nasıl taksim ederiz.” Fakih, sorulan soruya cevap vermeye çalışırken Bayezid, şöyle bağırdı:

-Ey üstad! Öldüğünde Allah’tan başka kimsesi kalmayan kimse hakkında ne buyurursun?

Orada bulunanlar birbirlerine hayret ve donuk nazarlarla bakarlarken Beyazıt, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“İnsanın gerçekten sahip olduğu hiçbir şeyi yoktur. Öldüğünde sadece Mevla’sı kalır. Tıpkı önceden olduğu gibi. Çünkü insan dünyaya gelmeden önce de yalnızdı. Bu alemde de yalnızdır, ama çoğu zaman yalnızlığının farkında olmaz. Kabre konulduğunda yalnızlığını anlar”

Fakih onun bu ince anlamlı sözleri karşısında ona sordu:

– Sen bu ilmi kimden, nerede ve nasıl aldın? Bayezid şu karşılığı verdi:

– Bu ilim bana Hak vergisidir (vehbidir). Çünkü Allah Resûlü (s.a.) buyurur: “Bir kimse bildiğiyle amel ederse Allah O’na bilmediklerini öğretir.”

Sordular:

– İnsan ne zaman, “erenler” derecesine erişir? Dedi ki:

– Nefsinin ayıplarını bilip onları düzeltme yoluna girdiği zaman.

turbesi.jpg

ZAHİTLİK ÜÇ BASAMAK

Bayezid, zahiddi. Zahidliği üç basamak olarak görürdü. Birinci basamağını, dünya ve içindekileri bırakmak; ikinci basamağını ahiret ve ahirete ait şeylerin sevgisini gönülden çıkarmak; üçüncü basamağını da Allah’tan başka herşeyden kalbi bağı kesmek olarak anlatırdı.

İBADETLERDE İHLAS

Taatlerde bulunan bazı afetlerin insanı masiyete düşüreceğine dikkat çeker, ibadetlerde ihlası önde tutmayı esas alırdı. Müslümanlar arasında “kendisinden daha şerli kimse” bulunduğunu zannedenlerin tevazu nimetinden mahrum olacağını ve kibirli sayılacağını söylerdi. Çünkü ona göre gerçek tevazu; nefs için bir makam ve hal görmemek, halk içinde kendisinden daha şerli bir kimse bilmemekti.

İlgi ve kaygıların dağınıklık ve çokluğunun insanı zihnen ve kalben meşgul edeceğine işaret için “mutlu kimsenin ilgi ve kaygısını teke indiren kimse olduğunu söylerdi. Çünkü kaygısı tek olanı, gözlerinin gördüğü, kulaklarının duyduğu şeyler meşgul etmezdi.”

AÇLIK BULUT GİBİDİR YAĞMUR YAĞDIRIR

Açlık ve hikmet arasında ilgi kurar ve hikmetin asıl kaynaklarından birinin “açlık” olduğunu anlatmak için derdi ki:
“Açlık bulut gibidir, insanın kalbine açlık sayesinde hikmet yağmurları yağar.”

Sordular:

– Marifeti neyle buldun? Şöyle cevap verdi:

– Aç karın ve çıplak bedenle.

– Açlığı neden bu kadar övüyorsun diyenlere:

– Eğer Firavun aç olsaydı, ilahlık iddiasında bulunmazdı, diye karşılık verdi.

HALKA HANGİ NAZARLA BAKILACAĞINI ŞÖYLE AÇIKLIYOR

“Halka halk nazarıyla bakan onlara buğzeder. Ama halka hâlikları dolayısıyla bakan; yaratılanı yaratanından ötürü arayan, onları sever. 

Halka halk gözüyle bakan, onların kusur ve eksiklerini görür, Hak gözüyle bakan ise, onları olduğu gibi görür ve kusurlarıyla yargılamazdı.

“La ilahe illallah (Allah’dan başka ilah yoktur) sözü cennetin anahtarıdır.” hadisi şerifini şöyle açıklardı: Bu cennet anahtarının da dişleri şunlardır:

1. Yalan ve gıybetten sakınan bir dil,

2. Aldatma ve hıyanetten kaçınan bir kalp

3. Haram ve şüphelilerle doldurulmayan bir mide

4. Nefsani duygulara kurban edilmeyen; riya karışmayan amel.

BİSTAMİ’NİN TASAVVUF TARİFİ

“Ben de otuz yıldır onu arıyorum, fakat ondan bir eser bulamıyorum” derdi. O’nun bu sözü Zünnun el-Mısrî’ye nakledildiği zaman demişti ki:

“Kardeşim Bayezid Hakk’a giden bir cemaatle Hakk’a gitmiş ve ondan eser kalmamıştır.” Çünkü o “fena fillah”a ermiştir.

Riyazat ve mücahede, aşk ve cezbe ehlinden olduğu için tasavvufu şöyle tarif ederdi: “Tasavvuf, rahat kapısını kapayıp, sıkıntı ve mücahede kapısını açmaktır”

Aşkı ve cezbesi ile meşhur olan Bayezid Bistami, İbn Arabi’nin de dikkatini çekmiştir. İbn Arabi eserlerinde ondan sıkça bahseder. İbn Arabi’nin Bayezid sevgisi, bu silsileye bağlı bulunan Nakşî meşayıhında da İbn Arabi’ye karşı bir ilgi uyandırmış, İmam-ı Rabbani’ye kadar olan Nakşî şeyhlerinin ekserisi İbn Arabi’nin eserlerine şerhler yazmıştır. Hatta denilebilir ki, Bayezid Bistami meşrebi, Nakşî silsilesinde İmam-ı Rabbani’ye kadar, bir özellik olarak devam etmiştir. 
 

Gazeteilksayfa.com

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.