Bayram Ali Öztürk kimdir, nerede ve nasıl şehit oldu?
Bayram Ali Öztürk kimdir, hangi dönem yaşadı, ünlü Nakşi Şeyhi Mahmut Efendi ile yolları nasıl kesişti? Neden “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanındı, Siyonizm’e ve diyalogculara nasıl karşı çıktı, nerede ve nasıl şehit oldu?
İsmailağa cemaatinin camide şehit edilen meşhur hocalarından Bayram Ali Öztürk’ün hayatını sizler için derledik…
Bayram Ali Öztürk kimdir, hangi dönem yaşadı, ünlü Nakşi Şeyhi Mahmut Efendi ile yolları nasıl kesişti, kimlerden ders aldı, en çok kimden etkilendi, neden “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanındı, Siyonizm’e ve Dinlerarası diyalog sürecine nasıl karşı çıktı, nerede ve nasıl şehit oldu?
İşte cevabı:
Bayram Ali Öztürk 1 Mart 1952 tarihinde Trabzon’nun Of İlçesi’nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı’nda geçti. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Eğitimine yörenin tanınmış âlimlerinden Mehmet Tavaslıoğlu’ndan aldığı eğitimi de ekleyip tekrar Adapazarı’na döndü.
İMAM RABBANİ’NİN HAYRANIYDI
Hukuk eğitimi de alan Bayram Ali Öztürk, büyük İslam alimlerinden İmam Rabbani’nin mektuplarından oluşan ‘Mektubat-ı Rabbani’ adlı eserini ezbere biliyordu. Her pazar sabahı İsmailağa Camii’nde sohbet ederdi. Evli ve üç çocuk babasıydı.Yıllarca Mahmud Efendi, Sadreddin Yüksel, Halil Günenç ve Mehmet Savaş gibi alimlerin halkasında bulundu.
İSMAİLAĞA’DA MEKTUBAT DERSLERİ
İsmailağa cemaatinin önderi Mahmut Efendi, öğrencileri arasında ona ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerhetme görevini ona vermişti“. Sultan Selim Camii’nde Pazar sabahları, namazdan sonra akdedilen sohbet programının bir bölümünde gür sesi ve geniş müktesebatıyla yıllarca mektupları tercüme ve şerh etti. Bir ara haftanın her günü sabah namazlarından sonra İsmailağa Camii’nde de “Mektubat” dersleri verdi. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden bahsederken “Sultan” kelimesini kullanırdı. Mektubat derslerinde zamanla uzmanlaştı. “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanındı.
6 DİL BİLİYORDU
Bayram Ali Öztürk Hoca, etraflı bir literatür bilgisine sahipti. Neyi, nerede bulabileceklerini araştıran müracaat kaynağıydı. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Türkçe’nin yanında Farsça, Arapça, Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca biliyordu. 3 Eylül 2006 sabahı 07:30’da İsmailağa Camii’nde sabah namazının ardından verdiği dersin bitiminde bir meczubun bıçaklı saldırısı sonucu şehit edildi.
HAKİKATİ SÖYLEMEKTEN İMTİNA ETMEZDİ
Sevenlerinin paylaştığı bilgilere göre Bayram Ali Hoca, Doğu ve Batı’nın nadide eserleri üzerine olan vukûfiyeti, medreselerde okutulan, takib edilen eserler üzerine de bir ilim adamı sıfatı ile derin bilgisi ile nadir hocalardandı. Öyle ki, bu devirde öyle her hocanın dersini veremeyeceği Şerhu’l-Mevakıf gibi eserlerin dersini verirdi. Her kitabı tavsiye etmez, her sözü herkese söylemez idi; vaazlarında ümmetin birliği için dert yanar, Siyonizme, Yahudilere şiddetli bir şekilde muhalefet ederdi; bu toprakların, Anadolu topraklarının çok ehemmiyetli olduğunun altını çizer, İslam davasının bu topraklardan fışkıracak bir nidâ ile kurtulacağını söylerdi. Hakikatleri söylemekten, İslâm dâvâsı neyi emrediyorsa onu söylemekten imtina etmez, bunları adetâ su içer gibi tabiî bir şekilde yapardı; bu samimi hâli sebebi ile ömrünün son yıllarında çok sıkıntılar çekmiş ve cami cami sürgüne gönderilmişti emekli olana kadar. İsmail Ağa’daki dâimi yılları emekli olmasından sonradır.
Bayram Hoca’nın sözlerinden:
DİYALOG SÜRECİNE KARŞI ÇIKIYOR
“Diyalog süreci diyorlar… Diyalogun başını çekenler, Bizim ile sizin aranızdaki ortak noktaya gelin âyet-i kerîme-i duydukları zaman, ta 100 yıl evvel, biz bu âyetlere çağırdığımız zaman yanaşmadılar da şimdi siyasi ve ekonomik bakımdan çok güçlü oldukları şu zaman diyalog sürecini başlattılar. Bunlar çok mu düşkün imana, İslâm’a ki bizimle diyaloga girmek istiyorlar. İhtiyacı da yok. Silâh onda, teknoloji onda… Derdi ne? Şunu unutma: Batı, tarihin hesabını görmek istiyor! Ne gerekiyorsa yapacak. Hocaları kullanacak, onu kullanacak, bunu kullanacak… Ne taktikler, ne taktikler!..
GÜLEN, İLİMDE EKSİK VE SAKAT
Fetullah Hoca’nın ilmi tam değildir. Benim hocamın da medreseden arkadaşıdır. Tamam ufku, muhakemesi, felsefesi büyük olabilir… Çok sakatları var! Hocanın yaptıklarından hesaba çekilmeyeceği kanaati o cemaati bitirmiştir. Buradan bu cemaat gidecek, kesinlikle… Hitabetiyle herkesi büyülemiştir. Siyasi ve ekonomik lobileri güçlü. O gücünü bu sefer davada da haklıyız anlamına çekiyorlar… Aynı Hıristiyanlar gibi…”
YAYINCI İSMAİL DEMİRCİ BAYRAM HOCA’YI ANLATIYOR
Yayınevine bir gün, sarığıyla, cübbesiyle, uzun sakalıyla ve –pek de alışkın olmadığımız- vakarıyla bir adam geldi. Yanında kılık kıyafeti kendisine benzeyen, kendisi gibi uzun boylu, İlk günden beri hiç jilet vurmadıkları sakalları baharın taze çıkmış çimenleri gibi parlak iki genç vardı. Sarıklı cübbeli insanlar görmeye aşinayım tabi de, yayınevinde pek görüldük bir manzara değildi.
BİRKAÇ ESKİ TAMLAMA
Selam verip oturdular. Selamlarına mukabele ederken, ilk olarak aklımda “acaba neyin nesidir, niye geldi?” merakı belirdi. Oturmadan önce hoş geldiniz musafahası yaparken gözlerine baktığımda etkilendiğimi hissettim. Hüzün vardı, tevazu vardı; yüzündeki tebessümde vakarı çok belirgindi. “Buyurun hocam, sebeb-i ziyaretiniz nedir?” diyerek, ortama uygun birkaç eski tamlama kullanma gereği hissettim. “Yeni ne kitaplar var, bakmaya geldim” dedi. Yayınevimizin daha önce satın aldığı kitaplarından bahsetti, ilgisini çeken kitaplar yayınladığımızı belirterek “Sizin burda olduğunuzu öğrenince yerinize gelmek istedim” dedi.
Ben de kendisini tanımak için sağlı sollu sorular sormaya başladım. “İsmim Bayram Ali Öztürk” dedi, İsmailağa'da gençlerle meşgul olduğunu söyledi, lafı uzatmak istemedi.
HEDİYEYİ KABUL ETMEDİ ÜCRETİNİ ÖDEDİ
Üniversite yıllarımda, birkaç hafta Pazar sabahları İsmailağa'ya Mahmud Efendi'yi dinlemeye geldiğimi, mübareğin o dönemde mikrofon kullanmadığından dolayı arka taraflarda herkesin kendi arasında sohbet ettiğini, bu yüzden de bir süre sonra bıraktığımı falan söyledim. Gülümsedi, “Evet, o zamanlar öyleydi” dedi. Bu arada, Bayram Ali Hoca'ya yeni çıkan birkaç kitabı gösterdim. Kapağını evirdi çevirdi, içinden birkaç sayfayı inceledi, “bunları alayım” dedi ve karşısındaki gençlere bir göz attı, kendisi kalktı. Baktım gençlerden biri eline cebine attı, yayınevindeki arkadaşlara kitapların fiyatını soruyor.
“Hocam, bu kitaplar tanışma hediyemiz olsun” dedim. “Olmaz” dedi. Israr ettim. Eline cebine atan genç “Kitapların ücretini ödemek istiyoruz, ancak bu şekilde alabiliriz” dedi.
Şaşırdım. Çünkü, yayınevlerine gelenlerin ekseriyeti böyle değildir. “Yeni çıkan ne var” der, gösterirsin, çantasına atar gider. Hatta öyleleri de var ki, “Ya geçen hafta almıştım ama bir arkadaşım beğenip elimdekini aldı” diyerek tekrar isterler. Yayıncıysanız, eş dost için her kitabı en az 100 adet fazla basmanız gereklidir.
İKİ ELDE DOLU POŞETLER
Neyse işte, lafı uzatmayayım, Bayram Ali Öztürk Hoca ile o gün tanıştım.
Sonraları baktım ki, Bayram Ali Hoca ve iki talebesi her ay Cağaloğlu'na geliyorlar, bize de uğruyorlar. Bayram Ali Hoca yeni çıkan kitapları inceliyor, beğendiklerini satın alarak yanındaki gençlerin çantalarına doldurup gidiyorlardı. İki gencin her iki elinde ikişer üçer poşet kitap dolu oluyordu.
Kaçıncı gelişiydi hatırlamıyorum, yine bir gün Bayram Ali Hoca yanında iki gençle çıkageldi. Hoşbeşten sonra Hoca, mutadı üzere yeni çıkan kitapları görmek istedi. Gülümseyerek “İki yeni kitabım var ama sana yaramaz Hocam” dedim. O da gülümsedi. “Nerden biliyorsun bana yaramadığını” diye sordu. O ay, Abdülhak Şinasi Hisar'ı yayınlamaya başlamış ve daha önce yayınlanmamış iki kitabını çıkarmıştım. Abdülhak Şinasi ki, benim diyen okurların çoğu pek tanımazdı o dönemde.
ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR’IN BÜTÜN ESERLERİNİ SAYIYOR
Kitapları getirip “Buyur Hocam” diyerek önüne koydum. Kitapların kapaklarına baktı, “Bu kitaplarını daha önce görmedim” dedi. İlk anda ne demek istediğini anlamadım. Bayram Ali Hoca, Abdülhak Şinasi'nin diğer kitaplarının ismini saymaya ve hatta çok az kimsenin bildiği kişisel özelliklerini anlatmaya başladı. Tabi ben o anda küçük dilimi yuttum.
KLASİK HOCALARDAN DEĞİL
Kitapları aldığını söyledi ve kalktı, yine gençlerden biri parasını ödedi. Sonradan öğrendim ki, Bayram Ali Hoca 5 yabancı dil biliyor, edebiyat, tarih, felsefe, bilim… Her türlü kitabı tek tek inceleyerek alıyor ve okuyormuş. Mahmud Efendi'nin de yerine geçebilecek birkaç önemli hocadan biriymiş.
İsmailağa ve Bayram Ali Öztürk Hoca'yı zihnimde pek yan yana koyamıyordum doğrusu o günlerde. Fakat bir yandan da İsmailağa'da böyle değerli bir insanın bulunmasından dolayı çok seviniyordum.
ÜÇ ŞEHİD İLE KUCAKLAŞTIM
İşte böyle. Her ay, daha büyük ve içten bir saygıyla karşıladım Bayram Ali Hoca'yı. Fakat çok geçmedi. Bir sabah camide sohbet ederken, şeytanın hesabına çalışan bir esfeli safilin tarafından bıçaklanarak şehid edildiği haberini alınca, yüreğimde o nadir zamanlarda hissettiğim ılıklığı, boğazımda ömrümde birkaç kez hissettiğim o düğümlenmeyi aynı anda hissettim. Onu Allah için sevmiştim. Değerli bir âlimdi. Mümin zarafeti vardı. Geçmişe dönüp bakıyorum da, hayatımda 3 şehid ile kucaklaştım. Birincisi, üniversite yıllarında Afganistan cihadına gönderdiğimiz bir kardeşimizdi. İkincisi Bayram Ali Öztürk Hoca idi. Üçüncüsü de, üniversite yıllarından arkadaşım, sevgili Mustafa Cambaz oldu. Bayram Ali Hoca'nın vesilesiyle üçüne de tekrar rahmet diliyorum. Allah şehadetlerini kabul, makamlarını âlî kılsın. Hoşbeşten sonra Hoca, mutadı üzere yeni çıkan kitapları görmek istedi. Gülümseyerek “İki yeni kitabım var ama sana yaramaz Hocam” dedim. O da gülümsedi. “Nerden biliyorsun bana yaramadığını” diye sordu.
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.