Ahmet Arif kimdir? Nereli, neden intihara kalkıştı?
Ahmet Arif kimdir, nereli, nerede yaşadı, kökeni nereye dayanıyor, neden intihara kalkıştı, hangi ırktan olduğuna dair girilen ilginç bahis olayı neydi, en çok beğendiği şairler kimlerdi?
Hasretinden Prangalar eskittim şiiriyle ün yapan Ahmet Arif'in yaşam öyküsünü sizler için derledik…
Ahmet Arif kimdir, nereli, nerede yaşadı, kökeni nereye dayanıyor, neden intihara kalkıştı, hangi ırktan olduğuna dair girilen ilginç bahis olayı neydi, en çok beğendiği şairler kimlerdi?
İşte cevabı:
Kerkük Türkmenlerinden bir babanın oğlu olarak 1927 yılında Diyarbakır’da dünyaya geldi. 2 Haziran 1991 tarihinde Ankara’da öldü. Ortaöğrenimini Diyarbakır Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü öğrencisi iken 1950’de Türk Ceza Yasası’nın 141. maddesine aykırı davranmak iddiasıyla, 1952’de gizli örgüt kurma suçlamasıyla iki kez tutuklandı, yargılandı ve 2 yıl hüküm giydi. Cezaevi günleri sona erince Ankara’daki gazeteler ve dergilerde teknik işlerle uğraşarak yaşamını sürdürdü.
ARAP MI, KÜRT MÜ, ZAZA MI İDDİASI
Çocukluğu boyunca farklı yerlerde yaşayan Ahmet Arif, Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Zazaca dillerini çok iyi konuşuyordu.
Hatta o kadar iyiydi ki, ilginç bir bahis olayında adı geçecekti. Bir gün Ahmet Arif ve arkadaşları oyun oynarken onu izleyen üç adam, Ahmet Arif’in hangi ırka mensup olduğu üzerine bir iddiaya tutuştu. Biri Arap, diğeri Kürt, öteki ise Zaza olduğunu tahmin ediyordu. Aralarında anlaşamayan bu üçlü, orada bulunan bir esnafa danıştılar; “Bu çocuk nedir, hangi ırka mensuptur, Arap mı, Kürt mü, yoksa Zaza mı?” diye sorup 5’er lira koydular ortaya. O zamanlar 5 lira büyük paraydı tabii ve üçü de kendisinin kazanacağından ziyadesiyle emindi. Esnaf ise bombayı patlattı: “Üçünüz de yanıldınız, bu çocuk Türk”.
AHMET ARİF NEDEN İNTİHARA KALKIŞTI?
Ahmet Arif’in yakın arkadaşlarından Canip Yıldırım, Esmer dergisine verdiği röportajda şairin cezaevinde intihar teşebbüsünü şöyle anlatıyor:
“USTA ŞAH DAMARINI KESİYOR”
Ahmed Arif hücrede şahdamarını keser. Olayı kendisi bana şöyle anlatmıştı: “Hücredeydim, başımı yastığa koyduğum zaman ses duyuyordum ve bu ses: ‘Hâlâ kanayan kalbimi aşk ateşi dağlar” şarkısıydı. Kendi kendime dedim ki, “Ulan Ahmed, sen gidiyorsun. Bunalıma girmişsin. Burada bir şey olursa, delirirsen filan halk diyecek ki: ‘Korkusundan delirdi…’ Kalk, önüne geç bunun.”
Böyle düşünüp intihar girişiminde bulunuyor. Ama cezaevinde çok işkence görmüş, çok çekmiş. Cezaevinden çıktıktan sonra hakkındaki polis raporunda, özetle şöyle yazıyordu: “Artık bu, yürüyen, yaşayan bir ölüdür!” Çünkü bitmiştir Ahmed Arif.”
Ahmet Arif kendisini şöyle anlatıyor:
“Evin en büyük erkeği olarak kardeşlerimin isimlerini salavatla kulaklarına ben fısıldadım”
KAVGAYLA GEÇEN ÇOCUKLUK
“Şunu söyleyeyim. Çocukluğumda öyle sanıyorum ki kendim için hiç kavga etmedim. Ama arkadaşlarım için, mahalle için, okul ya da sınıfım için çok kavga ettim. Bu benim yapımdan geliyor. Yani şimdi biri sana hakaret etse, biz gazinodayız, biz bir kahvedeyiz, parktayız, en çok senin ve senden sonra en yakın arkadaşın alınması lazım değil mi? Ben bugün gelip tanışmış olsam bile seninle, senden önce o herifi parçalarım.”
EN SEVDİĞİ ŞAİRLER
Ahmet Arif bir çok şaire hayrandı, Faruk Nafiz, Nazım Hikmet, Orhan Veli, Cemal Süreya ve daha nicesi. Ancak özellikle Cemal Süreya ve Nazım Hikmet onun için bambaşkaydı.
“Ben işte o yıllarda bu tarz şiirler yazdım. Biraz Nazım Hikmet, biraz Ahmet Hamdi Tanpınar, biraz Ahmet Muhip, biraz Cahit Külebi, biraz Behçet Necatigil, bunlarla beslene beslene, bunları sindire sindire, hep böyle yalpalaya yalpalaya, ama hiçbir zaman iyinin altında, yani ortaya yakın yazmayarak, kaliteli şiirler yazdım.”
“Onun ben “Pembe Mantolu Kıza” şiirini okurken sarhoş olurdum. Kendimden geçerdim.” (Cahit Külebi için)
“Bir Nazım sarhoşuyum. Ezbere canımı verebilirim.” (Nazım Hikmet için)
“Ama sen ki benim yarı parçamsın. –Suyun ötesindeki parçamsın!" (Cemal Süreya'ya)
YILLARCA BEKLEYEN MISRALAR
“Ben şiirleri çok bekletirim. Mesela şimdi yirmi yıldır hiç dokunmadığım şiir var. Öyle kalsın… Damıtılsın… Bir yere takılmışımdır. Oraya layık, oraya yakışan bir bölüm oluncaya kadar beklesin. Çünkü başı sonu iyi, arada bir yer sıradan, esnaf işi olmasın… Ben, buna çok saygı duyarım.
Maviye
Maviye çalar gözlerin…
Bu iki mısra var ya, belki bir on yıl değil, daha fazla, çok daha fazla bekledi.”
“TÜRK ŞİİRİNDE DEVRİMİ NAZIM DEĞİL BİZ YAPTIK” TARTIŞMASI
Bir gün evde yine şiir konuşuyoruz. İçiliyor. Bir tartışma başladı. “Türk şiirinde devrimi biz yaptık,” dediler, “Nazım değil. Bir çağ varsa onu biz başlattık.” Şimdi hangimiz konuşacağız, bilmiyorum. Yalnız ben düşünüyorum. Nazım bunların akrabası, bunları yüceltmiş, tercümelerine yardımcı olmuş, yani aralarında bir hukukları var. Biz, dışarıdan halk çocuklarıyız. Nazım’la tanışmıyoruz, ne ben, ne Yaşar Kemal… Dedim ki: “Güzin Hoca Hanım’dan özür dilerim, benim hocamdır, ama bu, bir terbiyesizliktir. Kendinizi Nazım’dan daha büyük bir şair, çok daha önemli, edebiyatta çığır açmış, devrim yapmış adamlar olarak görmeniz soytarıca bir harekettir. Burada benim ağabeylerimsiniz ama, beni mecbur ettiniz.” “İkincisi,” diye devam ettim: “Diyelim ki ileri bir toplumdayız, her bakımdan, ekonomik bakımdan, politik bakımdan çok ileri bir topluma ulaştık. Ve o zaman konuşuyoruz. Şimdi değil, o zaman birileri çıkıp Türk şiirini yargılayacaksa ve siz de bu laflarınızla ortaya çıkarsanız, yani Yahya Kemal’e bir şey demezler, ama size hain derler. Ayıptır, hem Nazım’ı tanıyorsunuz, hem arkasından böyle konuşuyorsunuz.” Oktay Rifat, “Nazım’dan başka şiir bilmez misin sen?” dedi. Ben sesimi çıkarmadım artık. Ama Güzin Hanım işaret ediyor “Oku” diye… Ben de “Hani Kurşun Sıksan Geçmez Gecen”i okudum. “Bu kimin?” dedi Oktay Rifat. “Bir arkadaşın,” dedim. Fakat Oktay Rifat çarpıldı. “Korkunç, korkunç güzel bir şiir,” diye söyleniyor. “Ben bu şiirle elli tane şiir yazarım,” diye sürdürdü konuşmasını, “Malzemeyi nasıl böyle hoyratça harcıyor bu yahu…” O zaman şu karşılığı verdim: “Sen elli tane yazarsın, sulandırırsın konuyu, şiiri, mısraı… Bu boya ile elli resmi boyarım diyorsun. O zaman bu şiir olmaz. Yani senin yaptığını sanma ki biz bilmiyoruz. Sen Prevert’ten yürütüyorsun, Charles Nodier’den yürütüyorsun, sonra da bir yenlikmiş gibi sunuyorsun bunları…”
CAHİT SITKI ŞİİRLERİMİ OKUYUP AĞLARDI
“Orhan Veli de benim şiirimi bilirdi. Büyük hayranlıkla, büyük saygıyla karşılardı. Cahit Sıtkı da öyle… Hüngür hüngür ağlardı. Kaç kere okutmuştur bana “Otuzüç Kurşun”u, “Karanfil Sokağı”nı… Her seferinde Cahit abi ağlardı.”
EN SEVDİĞİ KİTAPLAR:
“Benim çok sevdiğim sarhoş olduğum kitaplar var. En başta Andre Malraux’nun İnsanlığın Hali… Bana kişilik veren, beni biraz çocukluktan, cahillikten kurtaran, dünyanın kaç bucak olduğunu gösteren bir kitaptır bu… Ben bu kitabı ilk okuduğumda devlet basmıştı. Nasuhi Esat, sonradan Nasuhi Baydar, o çevirmişti. Demek ki o zamanlar daha soyadı yokmuş… Okuduğumda tüylerim ürperdi. Bir şiir kitabı okur gibi okudum. Emile Zola, fakat özellikle Dostoyevski ve Tolstoy doyamadığım yazarlar."
EN SEVDİĞİ MÜZİK ESERLERİ:
Beethoven'ın 9. Senfoni'si ve Schubert Dünyayı Dolaşan Şarkısı. Ayrıca “Bizim çocuklar, Filinta’nın yaşındakiler rock müzikle, heavy metal dedikleri bir müzikle uğraşıyorlar. Onlarda da bazı güzellikler sezmiyor değilim.” demektedir.
Halk müziğine özel bir ilgi duyan şair hemşerisi Şark Bülbülü unvanına sahip Celal Güzelses'e ve Ruhi Su'ya hayrandı.
İşte şairin en bilinen şiiri Hasretinden Prangalar eskittim :
Seni anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.
Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kus uyur, zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saclarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.