Şiirin ve dramın öncüsü: Abdülhak Hâmid Tarhan ölümünün 88. yılında anılıyor
Türk edebiyatının en yenilikçi kalemlerinden biri olarak kabul edilen şair, tiyatro yazarı ve devlet adamı Abdülhak Hâmid Tarhan, 88 yıl önce bugün 12 Nisan 1937’de hayata veda etti.
Tanzimat sonrası Türk edebiyatının dönüşümüne büyük katkı sunan Abdülhak Hâmid Tarhan, 2 Ocak 1852’de İstanbul’da doğdu. Babasının elçilik görevleri nedeniyle Hindistan ve İran gibi ülkelerde bulunarak erken yaşta Doğu ve Batı kültürleriyle tanıştı. Eğitimini Paris’te sürdüren Tarhan, Avrupa edebiyatı ve düşüncesinden yoğun biçimde etkilenerek, Türk edebiyatında alışılmışın dışında temalar ve biçimler denedi.
Tarhan, özellikle şiir ve tiyatro türlerinde kaleme aldığı eserleriyle dikkat çekerken, klasik biçimleri kırarak bireyin iç dünyasını öne çıkaran bir yazın anlayışı geliştirdi. Ona bu yönüyle “Şair-i Azam” (Büyük Şair) unvanı layık görüldü. Edebiyata olan katkılarının yanı sıra diplomatlık görevlerinde de bulunan Tarhan, hem bürokrasi hem de sanat dünyasında önemli bir figür olarak öne çıktı.
“MAKBER” İLE ÖLÜMSÜZLEŞEN BİR AŞKIN ŞAİRİ
Abdülhak Hâmid’in en bilinen eserlerinden biri, hiç kuşkusuz 1885 yılında yazdığı Makber adlı şiiridir. Bu eser, genç yaşta vefat eden eşi Fatma Hanım’ın ardından kaleme alınmış ve Türk şiirinde ölüm temalı yazının zirvesi olarak kabul edilmiştir. “Ey makber-i aşkın beni meyl-i visal ettin” dizeleriyle tanınan bu eser, yalnızca bir yas şiiri değil, aynı zamanda bireysel duyguların dile getirildiği, klasik şiir anlayışının sınırlarının zorlandığı bir metindir.
Makber, dönemin edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırmış ve Tarhan’ın edebiyattaki yerini pekiştirmiştir. Şairin ölümle yüzleşmesini ve Tanrı’ya yönelişini içeren bu eser, yalnızca içerik değil, biçim açısından da klasik şiir kurallarının dışına çıkmasıyla çığır açıcı olmuştur.
TİYATROYU EDEBİYATIN MERKEZİNE TAŞIYAN İSİM
Abdülhak Hâmid Tarhan’ın edebi kişiliği yalnızca şiirle sınırlı değildir. O aynı zamanda tiyatro yazarlığıyla da Türk edebiyatında derin izler bırakmıştır. Nesteren, Zeynep, Finten, Eşber ve İlhan gibi eserlerinde dramatik yapıyı işleyişi, karakter çözümlemeleri ve trajediye yaklaşımı ile tiyatro alanında da kendine özgü bir yol açmıştır.
Tiyatro metinlerinde Batı tekniğini başarılı biçimde Türkçe'ye uyarlayan Tarhan, sahnelenebilir olmanın ötesinde düşünsel yoğunluk taşıyan eserler üretmiştir. Tiyatroları, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati gibi edebi toplulukların biçimsel arayışlarına da ilham kaynağı olmuştur.
SÜRGÜN YILLARI, GERİ DÖNÜŞ VE SON YOLCULUK
Yazdığı bazı eserlerin dönemin padişahı II. Abdülhamid tarafından sakıncalı bulunması nedeniyle uzun yıllar Avrupa’da yaşayan Tarhan, Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte ülkeye döndü. Cumhuriyet’in ilanından sonra da saygı gören bir isim olarak, 1927 yılında Cumhuriyet Senatosu üyeliğine atandı. Modern Türkiye’nin inşasında yer alan sanatçılar arasında sayıldı.
12 Nisan 1937 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yuman Abdülhak Hâmid Tarhan, Rumelihisarı’nda toprağa verildi. Onun ardından yalnızca bir şair değil, bir dönem kapatıp yeni bir edebi çağ açan fikir insanı olarak anıldı.

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.