Niyazi Mısri kimdir? Mezarı nerede, neden sürüldü, gerçek adı ne?
Niyazi Mısri kimdir? Mezarı nerede, neden sürülmüştü, gerçek adı nedir? Niyazi Mısri’ye Yunan mezalimi ne zaman sona erecek? Gençler Niyazi Mısri’yi neden tanımıyor? Hakiki Allah dostu Niyazi Mısri’nin mazlumiyeti ne zaman son bulacak?
17. yüzyıl Halveti tarikatının Niyâziyye veya Mısriyye kolunun kurucusu, büyük bir sûfî tasavvuf edebiyatı ustası olan Niyazi Mısri’nin asıl adı Mehmet'tir. 8 Şubat 1618'de Malatya'nın şimdiki adı Soğanlı köyü olan İşpozi kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası, yöresinin önde gelenlerinden Nakşibendiyye tarikatı mensubu Soğancızâde Ali Çelebi'dir.
Niyâzî-i Mısrî, 17. asırda yaşayan, tasavvufun Halveti kolunun en şöhretli ve en önemli simalarından biridir. Coşkun ve cezbeli bir sûfî olan Mısrî, Diyarbakır, Mardin, Şam, Kahire, Kerbelâ, İstanbul, Elmalı, Uşak, Kütahya ve Bursa‘da yaşamış; çeşitli medreselerde eğitim görmüş ve farklı yerlerde tasavvuf bilgisini geliştirmiştir. 1655 yılında Halveti şeyhi Ümmi Sinan'dan hilafet alarak irşada mezun kılınmış, memleketin pek çok yerinde vaazlar vererek halkı irşad etmeye çalışmıştır.
Peki bugün gençler Niyazi Mısri’yi neden tanımıyor? Niyazi Mısri kimdir? Niyazi Mısri’nin mezarı nerede bulunuyor? Niyazi Mısri neden sürülmüştür? Niyazi Mısri’nin gerçek adı nedir? Niyazi Mısri’ye Yunan mezalimi ne zaman sona erecek? Hakiki Allah dostu Niyazi Mısri’nin mazlumiyeti ne zaman son bulacak?
İşte cevabı:
Niyazi Mısri’nin çile dolu hayatını sizler için derledik…
Şöhreti her yana yayılan Niyazî Mısrî, ordunun maneviyâtını yükseltmek için Sultan IV. Mehmet tarafından Lehistan seferine götürülmüştür. Hakkında ileri sürülen iftiralardan sonra Limni adasına sürülen ve burada on beş yıl çileli bir hayat yaşayan Mısri, ölümünden bir yıl kadar önce affedilerek Bursa’ya dönmüştür. Fakat Bursa Kadısı'nın şikayeti üzerine tekrar Limni’ye gönderilen Mısri 1694 yılında burada vefat etmiştir.
Mısrî bazı ledünni düşünceleri açığa çıkardığı ve devrin bazı siyasilerini eleştirdiği için bir defa Rodos adası ve iki defa da Limni adasına olmak üzere üç defa sürgüne gönderilmiş ve hayatının 16 yılını kalebend olarak zindanlarda geçirmiştir. Devrin siyasilerinin lüzumsuz ve vehmî korkuları, Mısrî hakkında iftiralara sebep olmuş ve bu büyük veli hiç hak etmediği cezaları çekmek zorunda kalmıştır.
MISRİ’NİN BİTMEYEN ÇİLESİ
Düşünce ve öğretilerinin çevresinde etkili olmasından, şöhretinin sürekli yayılmasından rahatsız olan devrin siyasi figürleri "Mısrî huruca kalkışacak" endişesiyle yaygara koparıp, ihtiyar halinde onu ayağına bukağı vurdurarak, adi bir suçlu gibi Limni adasına sürdürmüşlerdir.
Mısrî uzun sürgün hayatının hitamında 76 yaşında ayağında bukağı olduğu halde vefat etmiş ve 17 kilogramlık bukağısıyla defnedilmiştir.
Limni‘nin 1912 yılında Türklerin elinden çıkmasından sonra Türkiye‘de tedricen unutulan ve yakın zamana kadar hatırlanmayan Mısrî‘nin medfun bulunduğu yerin üzerinden bugün cadde ve kaldırım geçmektedir.
Nitekim ayağımıza bukağı olan “Mondoros Mütarekesi”nin bu adanın Mondoros limanında imzalanmış olması da ayrıca manidardır.
Anlaşılan kendisi vefatından önce tüm bu hanedanı affetmiş olsa da, yapılanlar gayretullaha dokunmuştur.
Bu düşünceyle Sultan Abdülmecid ve Sultan II.Abdülhamid Hanlar, Hazret’in türbesini ihya ettirerek iade-i itibar gayretinde olmuşlarsa da Limni elimizden gittikten sonra Niyazi Mısri’nin adını taşıyan mescid/tekke, türbe ve adadaki çoğu Osmanlı hatıratı aşamalı olarak yerle bir olmuştur.
İLAHİDE YUNUSLA YARIŞTI
Bugün Hazret’in mezarı, hazirenin üzerine inşa edilen bir bina ve süpermarketin arasındaki beton yolun altında kalmış, adeta yaşamında kendisine reva görülenleri trajik biçimde gözler önüne sermektedir.
İbn Arabî, Mevlânâ ve Yunus Emre düşüncesinin 17. asırdaki takipçilerinden olan Mısrî, adeta bu üç büyük zatın düşüncelerinin harmanlandığı bir terkip niteliğindedir. İçine düşen Allah aşkıyla diyar diyar gezip ilim tahsil eden ve geriye çok sayıda şiirler bırakan Mısrî‘nin bu şiirlerinden yaklaşık 250 tanesi ilahi olarak bestelenmiştir.
Türk edebiyatı ve tasavvuf kültüründe büyük yeri olan Mısri, yaşadığı dönemden bugüne kadar irfani düşüncedeki yeriyle, edebiyat, fikir ve estetik tarihimizde bıraktığı ve hala yaşayan tesirleriyle incelenmesi ve dünyaya mal edilmesi gereken dev bir kişiliktir. Edebiyat tarihimizde en çok okunan, yazılan ve yaygın hale gelen ilahiler ona aittir. Kültür tarihimizde Yunus Emre’den sonra bestelenen en fazla ilahi de ona aittir. Ne yazık ki gençlerimiz O’nu pek tanımazlar. Çünkü Niyazi Mısri’yi tanıtmak için neredeyse hiçbir gayret sarf edilmemiştir.
Oysa ki; Mısri’nin Kur’an-ı Kerim’den neşet eden varlık birliğini, Cenab-ı Hakk’ın ve Resulünün mahiyetini, ilahi aşkı ve ahlakı, yaratılışı, eşyanın ve insanın hakikatini, varlığın tekamülünü, kısacası İslam’ın derinliğini ve inceliğini ortaya koyduğu irfani düşüncelerini gelecek nesillere tanıtmak ve taşımak, sorumlu herkesin görevidir.
Mısri gibi bir büyük irfan adamı ve bilge şahsiyetin eserleri bütün dünya dillerine aktarılıp insanlığın istifadesine sunulamamıştır. Diğer taraftan Bursa ve Limni’deki dergahlarının yine Limni’deki tevhidhanesinin ihya edilmesi ve şu anda bir evin duvarı dibinde kalan, gelen geçen kişilerce çiğnenen kabrinin onarımı maalesef yapılamamıştır.
MISRİ’YE YUNAN VE ALMAN ZULMÜ
Özetin özeti; çile dolu ibretlik bir hayat hikayesi bulunan Niyazi Mısri’nin tanıtımı için yeterli gayret gösterilmemiştir. Sanatçı geçinen pek çok Batı taklitçisinin hayatı ders kitaplarında okutulup, beyaz perdeye, belgesele, sinema filmine konu edilirken Niyazi Mısri gibi dev şahsiyetler ihmal edilmiştir.
1914-1956 seneleri arasında Limni adasında Almanlar ile Rumlar tarafından tahrip edilen Niyazi Mısri’nin mezarı onarılmayı beklemektedir. Tıpkı hayattayken ki gibi cenazesi de ıstırap içinde bulunan Mısri’nin haziredeki taşlarını yerli yerine koymak, Tevhidhaneyi, Dergah-ı Şerifi, Namazgahı ve Hazret-i Mısri Camisi ile minaresini aslına uygun bir şekilde ihya etmek, tahrip edilen Osmanlı mirasını ayağa kaldırmak için gayret etmek, Yunan mezalimine son vermek hepimizin boynuna borçtur. Hazretin dinmeyen çilesi belki de böylelikle bir nebze olsun son bulacaktır.
Niyazi Mısri Hazretleri’nin manevi ve edebi mirasına sahip çıkılması ise ayrı ve aslında kültürümüz açısından çok önemli bir husustur. Keza Mısri Hazretleri’nin şaheser dili “İbn Arabî'nin irfânî zevkiyle Hazret-i Mevlânâ'nın aşkını Yûnus tarzıyla” anlatmakla hem “Türkçe Tasavvuf dilinin zirvesidir” hem de “Türk Musikîsi tarihinde Yûnus Emre'den sonra en fazla bestelenen ilâhîler de Mısrî Hazretleri’ne aittir”.
“Sevdim seni hep varım yağmâdır alan alsın / Gördüm seni efkârım yağmâdır alan alsın // Aldın çü beni benden geçdim bu cân u tenden / Aklım dahi her varım yağmâdır alan alsın // Ben varlığımı atdım dost varlığına yetdim / Her assılı bâzârım yağmâdır alan alsın // Geçdim ben ad u sandan çıkdım ben o dükkândan / Hep ırz ile vakârım yağmâdır alan alsın / Geldi dile dildârım buldum gül-i gülzârım // Şimden geri hep varım yağmâdır alan alsın // Sen gâib ü hâzırsın her hâlime nâzırsın // Ahvâl ile etvârım yağmâdır alan alsın // Çün buldu gönül yârim terk eyledim ağyârım / İmân ile zünnârım yağmâdır alan alsın // Mısrî'ye vücûb imkân bir oldu kamu ayân / Tâat ile ezkârım yağmâdır alan alsın”
ESERLERİ TARİKAT İLMİHALİ GİBİ
Hazret-i Pîr'in bu mübârek nefeslerini, cem ve fark idrâkini birlikte yaşattığı ve pek çok ledünnî müşkilleri hâllettiği için bütün Tasavvuf sâliklerinin okumasına ve tefekkür etmesine izin verilmiştir. Hazret-i Mısrî'nin kudsî nefeslerinin meyvesi olan mübârek dîvânları bir tarîkat ilmihâlidir…
"Dermân arardım derdime derdim bana dermân imiş / Bürhân sorardım aslıma aslım bana bürhân imiş // Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü / Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş // Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır ben gayriyem / Benden görüp işiteni bildim ki ol cânân imiş // Savm u sâlât u hac ile sanma biter zâhid işin / İnsân‐ı Kâmil olmaya lâzım olan irfân imiş // Kande gelir yolun senin ya kande varır menzilin / Nerden gelip gittiğini anlamayan hayvân imiş // Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana Hakk’al‐yakîn / Mürşidi olmayanların bildikleri gümân imiş // Her mürşide dil verme kim yolun sarpa uğratır / Mürşidi kâmil olanın gâyet yolu âsân imiş // Anla hemen bir söz durur yokuş değildir düz durur / Âlem kamû bir yüz dürür gören anı hayrân imiş // İşit Niyâzî’nin sözün bir nesne örtmez Hakk yüzün / Hakk’dan ayân bir nesne yok gözsüzlere pinhân imiş”
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.