Kitap okumada dünyada kaçıncıyız? Türkler okumaya ne kadar zaman ayırıyor?
Türk halkı olarak dünyada telefon konuşmasında birinci, kitap okumada sonuncuyuz. Peki okumaya ne kadar zaman ayırıyoruz? Bu kadar kitap bolluğu neden kaynaklanıyor? Ülkemizde neden nitelikli eser üretilemiyor? Okumayı niçin sevmiyoruz?
Ülkeler arasında kitap okuma oranında çok çok gerilerde kaldığımız, alışkanlığımız olmadığı ve sevmediğimiz için okumaya zaman ayırmadığımız bilinen bir gerçek.
Peki neden kitap okumuyoruz? Kitap okumada dünya sıralamasında kaçıncıyız? Türkler okumaya ne kadar zaman ayırıyor? Bu kadar kitap bolluğu neden kaynaklanıyor? Ülkemizde neden nitelikli eser üretilemiyor? Türkiye’de yazar ve okuyucu orantısı normal mi? Okumayı niçin sevmiyoruz? Tek suçlu okuyucu mu?
İşte cevabı:
TELEFON KONUŞMASINDA AVRUPA BİRİNCİSİYİZ, KİTAP OKUMADA SONUNCU
UNESCO’nun 2018 yılındaki istatistiki verilerine göre Türkiye kitap okuma oranında dünyada 86. Sırada yer alıyor. İstatistiklere göre, ülkemizde her gün televizyon izlemeye 6 saat, internete 3 saat zaman ayırıyoruz. Buna karşın kitap okumaya ayırdığımız süre ise kişi başına günde birkaç dakikayı zor buluyor. Ayrıca telefon konuşmasında Avrupa birincisi iken kitap okumaya ayırdığımız zaman bakımından sonuncu sıradayız.
Peki neden kitap okumuyoruz? Okumayı niçin sevmiyoruz? Tek suçlu okuyucu mu? Burada da istatistiki verilere baktığımız zaman bir sonuca ulaşabiliyoruz. Şöyle ki; Türkiye’de yazar sayısı ve çıkartılan kitap oranı yine Avrupa ortalamasının çok çok üzerinde. Anlaşılan şu ki Türkiye’de yazar ve kitap bolluğu hat safhada. O halde şöyle bir sonuç kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor ki; “Yazar sayısı çok. Gereğinden fazla yeni kitap çıkartılıyor. Ancak nitelikli eser üretme, akademik başarılara imza atma noktasında istenilen seviyenin çok çok gerilerindeyiz.” doğrudur.
İNTERNET VE TELEVİZYON BASMA KALIP İNSAN YETİŞTİRİYOR
Sebeplerine gelince: Rekor düzeyde zaman ayırdığımız televizyon ve internet; tornadan çıkmış gibi tek düze, basma kalıp bir nesil yetiştiriyor. Bu nesil ise kendisi gibi sıradana, tekdüzeye ve yeniye ilgi duyuyor. Mesela yeni çıkmış sıradan tek düze bir kitap bu nesle cazip gelebiliyor. Niteliği araştırılmıyor bile. Büyük düşünürlerin, alimlerin paha biçilmez eserleri ise kütüphanelerin tozlu raflarında öylece kalabiliyor. Bu kısır döngü böylece sürüp gidiyor. Okuyucunun vasat ile nitelikliyi ayırt etmemesi birileri tarafından adeta sistematik biçimde tezgahlanıyor. Çark böylece işleyip gidiyor.
VASATIN ÜZERİNE NASIL ÇIKILIR?
Nitelik nasıl yakalanır? “Vasatın üzerine nasıl çıkılır?” Meselesine gelince… Bu ülkemizde bir hayli zor görünüyor. Çünkü vasatı dahi yakalayamayan yazar çizer takımı kendisini çok iyi biliyor. Bu yüzden kendi tabii ve sıradan üslubunu maskelemeye çalışıyor. Derinliği olmadığı için sığlık kendisini naiflikten ve dürüstlükten uzaklaştırıyor. Bundan ötürü düşündükleri gibi yazmak yerine; söylemeleri gereken şeyleri zorlama, tumturaklı ve çetrefilli bir dille söylüyorlar. Söylenmesi gereken şeyleri biri aktarıcı, diğeri onun üzerini örtücü, uzayıp giden cümlelerle anlaşılmaz kılıp bocalayıp duruyorlar. Derin ve entelektüel görünmek için; maalesef tumturaklı, ağdalı bir dille yazdıklarını süsleyip, püsleyip sıradanlığı muhteşemmiş gibi pazarlamak isteyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Bu tipler aksi durumun yani düşündükleri gibi yazmanın muhtemelen kendilerini okuyucuya karşı çok basit ve çocukça göstereceği vehmine kapılıyorlar. İşte bu tezgah garip, tuhaf bir kitle oluşturuyor. Ziya Paşa’nın dediği gibi: “Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz/Divanelerin hemdemi divane gerektir.” Belki de vasattan kurtulmak, niteliği yakalamak için işe buradan başlamak gerekiyor. Yani önce hokkabaz tezgahını yer ile yeksan etmekten…
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.