“Baş koymuşum Türkiyemin yoluna” şiiri kime ait? Dilaver Cebeci kimdir?
Mustafa Yıldızdoğan'la özdeşleşmiş meşhur “Baş koymuşum Türkiyemin yoluna” şiiri aslında kime ait? Dilaver Cebeci kimdir, nereli, hangi dönem yaşadı, hangi eğitimleri aldı, asıl mesleği neydi, hangi görevlerde bulundu?
Milli Marş gibi, 7’den 70’e herkesin ezberlediği; “Baş koymuşum Türkiyemin yoluna” şiiriyle bütün Türkiye’nin gönlünde taht kurmayı başaran, Usta Şair Dilaver Cebeci’nin hayatını sizler için derledik.
Ülkücü sanatçı Mustafa Yıldızdoğan'la özdeşleşmiş meşhur “Baş koymuşum Türkiyemin yoluna” şiiri, gerçek adıyla Türkiye'm şiiri kime ait? Dilaver Cebeci kimdir, nereli, hangi dönem yaşadı, hangi eğitimleri aldı, asıl mesleği neydi, hangi görevlerde bulundu?
İşte cevabı:
1943 yılında Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinin Dayısı köyünde doğan Dilaver Cebeci 5 yaşında iken ailesiyle birlikte Kırıkkale’ye yerleşti. İlkokulu Kırıkkale’de, ortaokulu Merzifon ve Mersin’de, lise öğrenimini de Erzincan’da tamamladı.
İLAHİYAT KÖKENLİYDİ
1970 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Aydın’da öğretmen ve halk eğitimi başkanı, İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevlisi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda neşriyat uzmanı ve Üsküdar Kız Lisesi’nde öğretmen olarak görev yaptı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde, iktisat tarihi yüksek lisansı ve sosyoloji doktorası yapan şair Marmara Üniversitesi öğretim üyeliğinden emekli oldu.
İLK ŞİİRİ DEFNE’DE
İlk şiiri 1965 yılında Defne dergisinde çıkan Dilaver Cebeci’nin şiir, hikâye, deneme ve mizah yazıları; Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. İzmir’de yapılan Türk Kurultayı'na giderken geçirdiği bir trafik kazası sonucunda ağır yaralanan şair 28 Mayıs 2008 tarihinde yaşama veda etti ve İstanbul/Çengelköy mezarlığına defnedildi. Şairin adını yaşatmak için her yıl Gümüşhane Belediyesi ve Herfene Dergisi tarafından 'Uluslararası Dilaver Cebeci Şiir Ödülü' yarışması düzenlenmektedir. Cebeci’nin Nazlı Aspay ve Çağrı Fatih isimli iki çocuğu bulunmaktadır.
Eşi Dilaver Cebeci’yi, Mehmet Nuri Yardım’a şöyle anlatıyor:
GÖRÜCÜ USULÜYLE EVLENDİK, MUTLU YAŞADIK
Çok kişi de ikimizin tanışıp konuşarak evlilik kararımızı verdiğimizi zannetmişlerdir. Öyle olmadı. Benim ve Dilâver'in de tanıdığı ortak bir aile dostumuz vardı. Ülkü abla ve eşi Mehmet ağabey. Bizleri birbirimize yakıştırmışlar. Konuyu Dilâver'e açmışlar o da kabul etmiş. Bize geldiler, istediler ve sonuçta, anlaşacağımıza inandık ve evlendik. Yani evliliğimiz görücü usulü ile oldu. Günümüzde görücü usulü ile evlenmenin pek çok sakıncalar doğuracağını, tanışıp birbirlerini anlayarak evlenmenin gerektiğini söyleyenler çoğunlukta. Onlara da saygı duyuyorum ama biz görücü usulü ile evlendik. 30 sene evli kaldık. 2 çocuğumuz var ve bugüne kadar da hep mutlu olarak yaşadık.
SEVGİ DOLU BİR İNSANDI
-Dilâver Bey'in portresini çizer misiniz. Nasıl bir eş, insan olarak nasıl bir mizaca sahipti?
-Dilâver Cebeci her zaman iyi bir eş ve çocuklarına da müşfik bir baba olmuştur. Sevgi dolu bir insandır. San'atçı ve san'at âşığı bir insandı. Sanatçı bir insan her zaman duygu yüklü ve hassas olur. Hep bu düşünce ile yola çıktık ve bugüne kadar da getirdik. Evin dışındaki problemlerini ve sıkıntılarını hiçbir zaman bize aksettirmez. Kapıdan içeri girdiğinde bütün herşey dışarıda kalır.
-Yazı veya şiir yazarken nasıl bir halet-i ruhiye içinde olur, bahseder misiniz?
Son derece prensip sahibi bir insandı. Yapacağı işleri bir düzene koymuştur. Her şeyin bir sırası olduğuna inanır. Okulda dersi olduğu gün çalışmasını akşam yapar ve gece geç vakitlere kadar sürer. Eğer okulda dersi yok ise gündüz de odasına çekilir ve yazılarını yazar. Arasıra kendisine çay molası verir. Bazen de kafasını dinlendirmek, enerji ve moral depolamak için arkadaşları ile buluşup sohbet eder. Fakat şiir yazmanın onun için belli bir mekânı ve zamanı yoktur. İlhâm her yerde bulunur. Vapur'da, trende, evde istirahat ederken vs... Meselâ bir şiirini İstanbul'dan Ankara'ya giderken trene bindiğinde başlayıp, vardığında bitirdiğini söylemişti. Bir başka şiiri yazarken de bir mısranın yerine uygun olmadığı için bir sene beklediğini bilirim. Şiirlerini yazdıktan sonra bana okur ve fikrimi sorar. Şiiri yazarken aynı doğum sancısı çeker gibi bir sancı çektiğini, fakat bitirdikten sonra doğum yapmış bir kadının rahatlaması gibi rahatladığını söyler. Dilâver Bey'in zengin bir kelime hazinesi vardır. Bu kelimeleri yerinde kullanmasını bilir. Ayrıca halk arasında unutulmaya yüz tutmuş kelimeleri de şiirlerinde sıkça görürüz. Bunları birkaç örnek ile gösterirsem daha iyi anlaşılacağını zannediyorum 'Bu bendeki çölün suya çağrısı' (Ölümsüz Koşma isimli şiirinden); 'Erguvan arzular doldu içime/Katmerli güllerin aklıma düştü/ (Aklıma Düştü isimli şiirinden), /Yüz yerimde yara vardı kapandı/ Kirpiklerin ok yağdırdı kanattı/ (Kıyamet isimli şiirinden), /Bir türkü yolları sılaya bağlar/ Telleri sızılı sazda sen varsın/ (Sen Varsın isimli şiirinden).
VATAN, MİLLET, BAYRAK VE EZAN SEVGİSİ İLE YOĞRULMUŞ BİR İNSAN
-Türkiyem şiiri, ülkemizde en yaygın olan ve âdeta millî bir marş gibi hafızalara kazınan bir destan oldu. Bunu siz nasıl yorumluyorsunuz?
-Dilâver Bey vatan, millet, bayrak ve ezan sevgisi ile yoğrulmuş bir insan. Tabii ki bunları şiirlerine aksettiriyor. Atları ve dağları da çok sever, bunları da birçok şiirinde kullanmıştır. Türkiyem şiirini lise çağlarında ve gençlik heyecanı içinde yazmıştır: “Baş koymuşum Türkiye'min yoluna/Asırlardır kır atımı sularım/ Irmağının akışına ölürüm/ Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem/ Mavi boncuk takışına ölürüm/ Düğünüm, derneğim, halayım barım/ Toprağım, ekmeğim, namusum, aşım, /Kilimlerde çizgi çizgi efkârım/ Heybelerin nakışına ölürüm.” Bazı mısralarını ve son kıtasının tamamını aldığım Türkiyem şiirinde insanımız çile çekmiş ninesini, Emine'sini, sevdiğini, toprağını, o güzel halayını, başüstüne koyduğu ekmeğini, sırtındaki heybesini, nazlı nazlı akan ırmağını, kır atını gördü.
Türkiye bir şiirde ancak bu kadar güzel anlatılır dediler.
Çok sevdiğimiz kardeşimiz Mustafa Yıldızdoğan o güzel melodiler ile süsleyince 'Türkiyem' çok sevilen bir marş haline geldi.
ATLARI VE DAĞLARI DA ÇOK SEVERDİ
Ayrıca atları ve dağları da çok sevdiğini söylemeliyim.
“Asırlardır kır atımı suladım” (Türkiye şirinden) ,
“Varıp yoldaş oldum Akalteke atlarına” (Gece Yürüşü'nden),
“Eğerle atları Apakayım burdan gidelim” (Dönence isimli şiirden),
“Dağlar kımıldanıyor, iç denizler üşüyormuş” (Rüya isimli şiirden),
“Hükmü başlayınca dağlarda karanlığın/ Söz yıldızlarıydı pırıl pırıl yaktıklarımız” (Hüzn-i Tahattur isimli şiirden),
“Sular arınmak için sığındılar dağlara/ Dağlar yerin kazığı, dağlar birer alp-eren/ Var mıdır şunca zaman dağlardan kemlik gören / Dağlar tecelli yeri, dağların bağrı emin; /Dostlara vasiyet: Beni dağlara gömün!” (Melike isimli şiirden)
Yukarıda verdiğim misallerde görüldüğü gibi atlara ve dağlara hemen her şiirinde rastlanır.
ESERLERİ:
Şiir:
Hun Aşkı (1972, 1984)
Şafağa Çekilenler (1984)
Ve Sığınırım İçime (1992)
Deneme-makale:
Mavi Türkü (1983)
Devranname (1984, Seyyah-ı
Fakir Evliya Çelebi imzasıyla)
Oyun:
Büyü (1984)
İnceleme:
Tanzimat ve Türk Ailesi (1993)
Şiir kaseti:
Kandehar Dağlarında Sabah Namaz (1992, kendi sesinden )
ÖDÜLLERİ:
1963 - Türk Ocağı Şiir Yarışması, Birincilik Ödülü
1995 - Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması, Mansiyon Ödülü
BAŞ KOYMUŞUM
Baş koymuşum Türkiyemin yoluna
Düzlüğüne yokuşuna ölürüm
Asırlardır kıratımı suladım
Irmağının akışına ölürüm Türkiyem
Sevdalıyım yangın yeri bu sinem
Doksan yıldır çile çekmiş hep ninem
Pınarlardan su doldurur Eminem
Mavi boncuk takışına ölürüm Türkiyem
Düğünüm derneğim halayım barım
Toprağım ekmeğim namusum arım
Kilimlerde çizgi çizgi efkarım
Heybelerin nakışına ölürüm Türkiyem
(Türkiyem şairi Dilaver Cebeci, Mihriban şairi Abdürrahim Karakoç ile)
Gazeteilksayfa.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.