Ahmed-i Bedevi kimdir, türbesi nerede, neden hiç evlenmedi?
Aktab-ı Erbadan kabul edilen Ahmed-i Bedevî kimdir, hangi dönemde, nerede yaşadı, şeceresi nereye dayanıyor, hangi hocalardan ders aldı, türbesi nerede, Kabe’de gördüğü rüya neydi, kerametleri neler, neden hiç evlenmedi?
Ahmed-i Bedevi Hazretlerinin hayatını sizler için derledik:
Aktab-ı Erbadan kabul edilen Ahmed-i Bedevi kimdir, hangi dönemde, nerede yaşadı, şeceresi nereye dayanıyor, hangi hocalardan ders aldı, türbesi nerede, Kabe’de gördüğü rüya neydi, kerametleri neler, neden hiç evlenmedi?
İşte cevabı:
İslam Alemi’nin dört büyük kutbundan birisi olarak kabul edilen Ahmed-i Bedevî köken bakımından hem şerîf hem seyyid idi. Yani Peygamber Efendimizin (sav) mübarek torunları Hasan ve Hüseyin’in neslindendir. Babası Ali bin İbrahim, annesi Fâtıma binti Muhammed olup, senesinde Fas’da doğdu. 1276 senesinde Mısır’da, Tanta şehrinde vefat etti. Kabri orada olup, herkes tarafından ziyaret edilmektedir. Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin dedeleri 692 senesinde Arabistan’dan hicret edip, Fas’a yerleşmiş bir aile idi. Sonradan babası, gördüğü bir rüya üzerine, 1206 senesinde Fas’tan çıkıp, 1210 senesinde ecdat beldesi olan Mekke-i Mükerreme’ye döndü, ölünceye kadar burada yaşadı ve burada vefat etti. Kabri, Mu’allâ kabristanlığındadır.
KIRÂAT-I SEB’A’YI ÖĞRENİYOR
Evliyanın büyüklerinden olan Ahmed-i Bedevî Mekke-i Mükerreme’de yetişti. Cesaret ve yiğitliğiyle tanındı, öte yandan ilim tahsil edip, Kur’ân-ı Kerim’in kıraat şekillerini yani Kırâat-ı Seb’a’yı öğrendi. Silsile yoluyla Ebü’l-Hasen-i Şâzilî, Seyyid Ahmed Rıfâî, Hasan Basri (ra) ve Resûlullah efendimize ulaşan âlimlerden ilim öğrendi. Çeşitli yollardan Resûlullah efendimize varan hocalarının silsilesi, Tuhfet-ür-râgıb isimli eserde uzun uzun anlatılmıştır. İlim öğrenmek için çeşitli beldeleri dolaştı. Oralarda bulunan büyük âlimlerin sohbetinde bulundu. Fıkıh ve diğer ilimlerde derin alim oldu. Binlerce talebe ile veli yetiştirdi.
KABEDE GÖRÜLEN RÜYA
Seyyid Ahmed-i Bedevî şöyle anlatır: “Bir defa, Kâbe-i muazzama etrafında uyuyordum. Gizliden bir ses bana; “Uykudan uyan; Allah Teâlâ’nın bir olduğunu zikret!” diyordu. Kalkıp abdest aldım. İki rekât namaz kıldım. Allah Teâlâ’yı zikrettim. Sonra tekrar yattım. Tekrar aynı sesi duydum. Bana; “Kalk! Allah Teâlâ’nın bir olduğunu zikret, uyuma! Yüksek derecelere kavuşmak isteyen uyuyamaz! Ne bir şey yiyebilir, ne de bir şey içebilir. Daima, oruç tutmak ve geceleyin, herkes uykuda iken, namaz kılmak suretiyle nefsinle mücadele et! Kalk, böyle yap! Sana, yüksek haller ve dereceler verilecek” diyordu. Bu rüyanın tesiriyle uyandım. Rüyamı, benden yaş, ilim ve derece bakımından yüksek olan ağabeyime anlattım. Bana; “Sırrını gizli tut! Söylenilenlere uygun yaşa! Nihayetler, başlangıçtaki şeyler üzerine kurulur” dedi. Bu nasihatlere uyarak ve pek çok gayret ederek, Allah Teâlâ’nın izni ve ihsanı ile nice güzel hallere ve yüksek derecelere kavuştum.”
SULTAN BAYBARS’A HOCALIK ETTİ
Ahmed-i Bedevî Hazretleri, kendisini ilme ve ibadete verdi. İnsanlarla alâkasını azalttı ve konuşmayı terk etti. Üst üste gördüğü rüya üzerine Medîne-i Münevvere’den ayrılarak Irak’a gitti. Orada; Ahmed Rıfâî, Abdülkâdir-i Geylânî, Hallâc-ı Mensur, Sırrî-yi Sekatî, Ma’rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdadî (ra) gibi evliyanın kabirlerini ziyaret etti. 1236 senesinde rüyasında, Mısır’ın Tanta şehrine gitmesi işaret olundu ve yola çıktı. Kahire’ye geldiğinde, Mısır sultanı Baybars, askeri ile karşıladı, çok hürmet etti ve özel misafirhanesinde ağırladı. Sonra da talebeleri arasına katıldı.
Mısır’ın Tanta şehrinde bulunan bir çok âlim ve evliya arasında en meşhurlarından olan Hasen Sâig ve Seyyid Salim Mağribî hazretleri, Seyyid Ahmed-i Bedevî’nin yolda olduğunu ve Tanta şehrini teşrif edeceğini haber alınca, oradan ayrılıp başka bir beldeye yerleştiler. Sebebi sorulunca; “Kasabanın asıl sahibi geliyor. O’nun bulunduğu yerde bulunmak bize yakışmaz. Bizim yapacağımız, olsa olsa ona talebe olmaktır. Ona yakın bulunmakla, ona karşı edepte ve hizmette kusur etmekten korkuyoruz” dedi.
HİÇ EVLENMEDİ
Ahmed-i Bedevî hazretleri, zamanla herkes tarafından tanındı. Her tarafta meşhur oldu. Tanınan ve büyük bilinen âlimler bile gelip talebesi oldular. İslâmiyet’e ve âlimlere çok bağlı olan Sultan Baybars da kıymetli talebeleri arasında idi. Ahmed-i Bedevî hazretleri, devamlı zikir ve murakabe hâlinde olup, her an Allah Teâlâ’yı düşünür ve bir an olsun hatırından çıkarmazdı. Hiç evlenmedi. Evlenmesini isteyenlere; “Beni kendi halime bırakınız. Cennet hûrilerinden başkası ile evlenmek istemem” derdi. Dünya ile alâkası yâni dünya malının, kalbinde yeri yoktu.
NİÇİN BEDEVİ DENİLDİ?
Son devir Osmanlı ulemasından Hacı Muhammed Zihni efendi, Tuhfet-ür-râgıb isimli eserinde şöyle anlatır; “Büyük hadis ve fıkıh âlimi İbn-i Hacer Askalânî hazretlerine, “Seyyid Ahmed-i Bedevî hakkında ne buyurursunuz?” diye soruldu. İbn-i Hacer hazretleri şöyle cevap verdi: “O, Ebü’l-Fityân Ahmed bin Ali’dir. Çok heybetli bir zât idi. Kimse yüzüne bakmağa cesaret edemezdi, bunun için yüzüne iki kat peçe (nikâb) örter ve öyle gezerdi. Bu sebeple Bedevî denilmiştir.”
KUR’AN-I KERİM OKURKEN KENDİNDEN GEÇERDİ
Çok Kur’ân-ı Kerîm okurdu. Kur’ân-ı Kerîm okurken hâlden hâle geçerdi. Şafiî mezhebinden olup, fıkıh ilminde âlim idi. Önceleri, çok cesur, atılgan, şecaatli bir mîzâca sâhib idi. Kendisine eza edilince karşılık verirdi. Bunun için Attâb diye tanınmıştır. Sonraki hâllerinde ise, gayet sükût ve sükûn üzere bulundu. Bu halinde o derece ileri gitti ki bir şey söylemezdi. Şayet söylenmesi icap eden bir şey olursa, işaretle anlatırdı.
Seyyid Ahmed-i Bedevî; her an Allah Teâlâ’yı düşünür, O’nun muhabbetinin ve heybetinin tesiri ile kendinden geçerek gözlerini semaya diker, gece gündüz öyle kalırdı. Kırk gün ve daha ziyade bir şey yiyip, içmez ve uyumazdı. Gözlerinin karası bir ateş koru hâlinde idi. Talebelerinden Abdül’âl’e ve Abdülmecîd’e, özel alâka ve ihtimam gösterirdi.
Seyyid Ahmed-i Bedevî hazretlerinin kerametleri pek çoktur. En meşhurlarından bir kaçı şunlardır:
KERAMETLERİ
Bir adam omuzunda süt dolu kap ile Ahmed-i Bedevî hazretlerinin yanından geçiyordu. Ahmed-i Bedevî parmağı ile kabı işaret eder etmez, kap yere düşüp süt tamamen döküldü. Bu hâle canı sıkılan adam, yere dökülen süte bakınca, içinde şişmiş bir yılan gördü. Sütü taşıyan kimse bu hâli far kedince çok sevindi. Çünkü kendisi ve çocukları, muhakkak bir ölümden kurtulmuşlardı. Bu lütfundan dolayı Allah Teâlâ’ya hamd ve Ahmed-i Bedevî hazretlerine teşekkür etti.
Bir gün kendi gözlerinde bir şişkinlik hâsıl oldu. Tedavi için oradaki bir çocuktan yumurta istedi. Çocuk; “Elinizdeki yeşil değneği verir misiniz?” deyince, Seyyid Ahmed-i Bedevî de verdi. Çocuk, annesine giderek; “Dışarda bir kimse var, gözü ağrıyor, tedavi için benden bir yumurta istedi ve bu değneği verdi” dedi. Annesi; “Şimdi, evimizde yumurta yoktur” dedi. Çocuk gidip durumu Ahmed-i Bedevî’ye bildirdi. O da; “Git, falan yerde vardır” buyurdu. Çocuk oraya gidince, orasını yumurta ile dolu buldu. İçinden bir yumurta getirdi. O günden sonra Ahmed-i Bedevî’ye talebe olan, yanından hiç ayrılmayan ve büyük evliyadan olan bu zât, Abdul’âl idi. Vefatından sonra da halifesi oldu.
TALEBESİ ANLATIYOR:
Ahmed-i Bedevî’nin talebelerinin büyüklerinden olan Abdül’âl diyor ki: “Hocam Ahmed-i Bedevî’ye kırk sene hizmet ettim. Bir an Allah Teâlâ’ya ibadetten uzak kaldığını görmedim. Bir gün, kendisine, dinimizde fakirliğin ne olduğunu sordum. Cevaben, hazret-i Ali’nin bir kıssasını anlattı. Rivayet olunduğuna göre, hazret-i Ali, Basra çarşısında, kibirli bir şekilde yürüyen bir fakiri görüp; “Sen kimsin?” diye sordu. O da; “Bir fakir” diye cevap verdi. “Fakirin (fakirliğin) alâmeti nedir?” diye sorunca; “Ey Ebû Hasen (Ali bin Ebî Tâlib!) Senin ilmin bu kadar ziyade iken bunun cevabını biz nasıl verebiliriz?” dedi. Bunun üzerine hazret-i Ali, fakirliğin alâmetlerini şöyle saydı: “Allah Teâlâ’yı tanımak, O’nun emirlerini gözetmek. Resûlullah’ın sünnet-i saniyesine yapışmak. Dâima abdestli olmak. Her hâlde Allah Teâlâ’dan razı olmak. O’ndan gelen her şeye rıza göstermek, inanmak. İnsanların ellerinde olan şeylerde gözü olmamak. Allah Teâlâ’nın emirlerini yapmakta yarış etmek, gevşeklik göstermemek. İnsanlara karşı şefkatli, merhametli ve mütevazi olmak, şeytanı düşman bilmek. Eziyetlere sabretmek.” Ahmed-i Bedevî, bundan sonra bana; “Ey Abdül’â! Allah Teâlâ’yı zikretmek sâdece dil ile değil, kalp ile olur. Allah Teâlâ’yı hazır bir kalp ile an ve gafil olmaktan sakın! Çünkü, gaflet kalbi katılaştırır. Sabır, Allah Teâlâ’nın hükmüne rıza göstermektir. O’nun hükmüne rıza göstermek ve emrine teslim olmak demek, nimete kavuştuğunda sevinip ferahlık duyduğu gibi, musibet ve sıkıntı geldiğinde de aynı sevinç ve ferahlığı duyabilmek demektir. Nitekim, Allah Teâlâ, Bekara süresinin 155. âyet-i kerîmesinde Peygamber efendimize, mealen; “Ey Hâbîbim! Musîbet ve ezaya) sabredenlere (lütuf ve ihsanlarımı) müjdele!” buyuruyor. Zühd sahibi olmak, dünyaya düşkün olmamak, dünyevî arzu ve istekleri terk ederek, nefse karşı durmak demektir. Harama düşmek korkusundan dolayı, yetmiş tane helâli terk etmektir. Tefekkür etmenin hakikati, Allah Teâlâ’nın yarattıkları hakkında düşünmek, fakat Allah Teâlâ’nın zatı hakkında düşünmemektir.
FAKİR NASIL OLMALI SORUSUNA CEVAP
Ey Abdül’âl! Allah Teâlâ’nın kullarından birine bir musibet gelince, sakın sevinme! Gıybet ve dedikodu yapma! İnsanlar arasında söz taşıma! Sana eziyet vereni ve zulmedeni affet! Kötülük yapana iyilik et! Sana vermeyene ver.” Ahmed-i Bedevî Hazretleri bundan sonra; “Ey Abdül’âl! Doğru olan fakir kimdir. Biliyor musun?” diye sordu. Ben de; “Siz bilirsiniz efendim” dedim. Bunun üzerine sadık olan fakiri şöyle tarif etti: “Sadık olan fakir, hiç kimseden bir şey istemez. Eğer kendisine bir şey verilirse, teşekkür eder, verilmezse sabreder. Sünnet-i seniyye üzere yürür. Bunlar bizim yolumuz üzere yürüyenlerin alâmetleridir. Yalan konuşmamak, kötü iş ve sözde bulunmamak, haramlara bakmamak, madden ve manen temiz olmak, Allah Teâlâ’dan korkmak, zikre ve tefekküre devam etmek yolumuzun esaslarındandır. Hasen-i Basrî hazretleri buyuruyor ki: “Sadık olan fakirlerle birlikte bulunmakla, bazı meseleler öğrendim ki, bunlar, hikmet cevherlerindendir.”
İLİM VE HİLM BİR ARADA OLMALI
İlmi olmayan kimsenin dünyada ve ahirette de hiç bir kıymeti yoktur. Hilmi yâni yumuşaklığı olmayan kimseye, ilmi fayda vermez. Allah Teâlâ’nın kullarına şefkat etmeyene, Allah Teâlâ katında şefaat yoktur. Sabırlı olmayana işlerinde selâmet yoktur. Takvası olmayan yani Allah Teâlâ’dan korkmayan, haramlardan sakınmayan kimsenin, Allah Teâlâ indinde hiç bir kıymeti yoktur. Bu altı hasletten nasibi olmayanın Cennette yeri yoktur” buyurdu. Ben hocam Ahmed-i Bedevî’nin nasihatlerini can kulağıyla dinleyip, bunlara uygun amel işlemeye gayret ettim ve çok şeylere kavuştum.”
ESARETTEN BÖYLE KURTULDULAR
Tabakât-ı suğrâ kitabında bildirildiğine göre, Beyrutlu bir cemaat şöyle anlatırlar. “Biz on iki kişi idik. Fransızlar bizi esir edip memleketlerine götürdüler. En ağır işlerde çalıştırmaya başladılar. Bir müddet sonra dayanamayacak hâle geldik. Allah Teâlâ, Seyyid-i Bedevî’den yardım istememizi hatırımıza getirdi. Biz de; “Ey Seyyid Ahmed-i Bedevî! İnsanlar, senin esirleri, Allah Teâlâ’nın izni ile memleketlerine gönderebileceğini söylüyorlar. Resûlullah efendimizin yüzü suyu hürmetine bizim memleketlerimize dönmemize vesile ol!” diyerek yardım istedik. Bir anda kendimizi, daha önce hiç bilmediğimiz ve üzerinde bizlerden başka kimsenin bulunmadığı bir binek üzerinde gördük. O vâsıta ile ayrıldık. Başımızdaki nöbetçilerin hiç biri bizi göremedi. Far kedince bize yetişemediler. Ahmed-i Bedevî hazretlerinin bereketi ile memleketlerimize varıp kurtulduk.”
VALİNİN HAZİN SONU
Ahmed-i Bedevî hazretlerinin medfûn bulunduğu Tanta şehri yakınında bulunan Garbiyye şehri valisi, onun büyüklüğüne inanmazdı. Bu sebeple, Seyyid hazretlerinin türbesinde düzenlenen mevlüd toplantılarına Garbiyye ahâlisinden katılmak isteyenlere mâni olur, gitmelerine müsaade etmezdi. Bu hâli haber alan Muhammed Şenâvî hazretleri, o şehre gidip, vali ile görüştü. Böyle yapmasının mahzurlarını, Seyyid hazretlerinin evliyanın büyüklerinden olduğunu anlatıp, kendisine çok nasihatte bulundu. Vali hiç oralı olmadı ve eski haline devam etti. Buna üzülen Muhammed Şenâvî, bu hâli manevî olarak, Seyyid Ahmed-i Bedevî’ye arz etti. O anda; “Sabret! O, yakında cezasını bulur” diye bir ses duyuldu. Az zaman sonra valinin yüzünde çıkan bir yara, dudaklarını ve dilini de bürüdü. Zelil ve hakir hâle düştü. Böylece, evliyaya düşmanlığın cezasını dünyada çekmeye başladı.
MEVLÜD UYARISI
Evliyanın meşhurlarından Muhammed es-Servî bir sene, Bedevî’nin kabrinde düzenlenen mevlüd cemiyetine gitmedi. Rüyasında Seyyid-i Bedevî hazretlerini gördü. Kendisine; “Resûlullah’ın ve diğer peygamberlerin, Ashâb-ı kiramın ve cümle evliyanın bulundukları bir cemiyette bulunmaktan çekiniyor musun?” buyurdu. Bunun üzerine sabah erkenden yola çıkıp Tanta’ya gitti. Bir seferinde Hâce Halebî adında birisi, yanında kumaş gibi mallar olduğu halde, mevlidde hazır bulunmak üzere Ahmed-i Bedevî hazretlerinin türbelerine doğru yola çıktı. Yolda, yedi atlı yolunu kesip, mallarını almak istediler. Hâce Halebî, o anda, Seyyid Ahmed-i Bedevî hazretlerinin ruhaniyetinden yardım istedi. Sözü henüz bitmeden, gözlerinden başka bir yeri görünmeyen, beyaz atlı, cesur bir süvari gelerek şakileri kovaladı. Hâce Halebî, gelenin Ahmed-i Bedevî olduğunu ve onu tanıdığını söyledi.
TÜRBEDE PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN AYAK İZİ
Seyyid Ahmed-i Bedevî hazretlerinin türbesinin kubbesinde, Resûlullah efendimizin mübarek ayak izlerinin bulunduğu bir taş vardı. Bu kıymetli taş, kubbeye öyle güzel yerleştirilmişti ki, içeri girenler, önce bu taşı görürler, bundan sonra Seyyid hazretlerini ziyaret ederlerdi. Bazı kimseler, bu taşın alınarak müzeye konmasını ve burada bırakılmamasını istediler. Zamanın idarecilerini de ikna edip, taşı müzeye nakletmek için teşebbüse geçtiler. O kadar uğraşmalarına rağmen, taşı yerinden ayırmak mümkün olmadı. Bu hâlin, Ahmed-i Bedevi Hazretlerinin bir kerameti olduğunu, taşı yerinden oynatamayacaklarını anlayıp, niyetlerinden vazgeçtiler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.